Uluslararası ilaç devi Sanofi’nin “İnsülin Şehri” diye nitelediği Frankfurt’tayız. 1920’li yılların başlarından itibaren insülin üretimine başlanan, daha sonraki dönemlerde Sanofi bünyesine geçen tesisleri grubun Türkiye Ülke Başkanı Fabrizio Guidi ile birlikte geziyoruz.

Guidi, diyabet (şeker hastalığı) konusunda dünyadan verileri paylaştıktan sonra Türkiye’ye döndü:

- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre Türkiye’de 7.2 milyon TİP 2 diyabet hastası var. Bunların 5.6 milyonu tedavi görüyor.

Yaşam ve beslenme tarzımızdaki değişmesi, hareketsizliğin artmasının yol açtığı sonuca işaret etti:

- 1997-2012 arasında Türkiye’de kadınlar ortalama 6, erkekler ise 8 kilo aldı. Yani, şişmanladı. Alınan kilolar, diyabet riskini artırdı. Türkiye’de diyabet daha çok kadınlarda görülüyor.

Diyabetin vücutta yarattığı tahribata dikkat çekti:

- Diyabet kontrol altına alınmadığında körlük, böbrek yetmezliği, diyabetik ayak, kalp hastalığı ve inme gibi ciddi sorunlara yol açabiliyor.

Türkiye’nin diyabetli hasta sayısında Rusya ve Almanya’nın ardından Avrupa 3’üncüsü olduğunu kaydetti:

- Türkiye’de TİP 2 diyabet maliyeti yılda 10 milyar lirayı buluyor.

Diyabetin hastalar üzerindeki etkisine dönük verileri paylaştı:

- Türkiye’de diyabet hastalarının yüzde 43.5’inde sinir tutulumu, yüzde 50.6’sında körlüğe kadar gidebilecek göz hastalığı, yüzde 27.7’sinde kardiyovasküler (inme, akut koroner sendromu ve kalp krizi), yüzde 58’inde böbrek hastalığı ve yüzde 9.8’inde diyabetik ayak hastalığına rastlandı.

Dünyadaki diyabet hastalarının yüzde 90’ında TİP 2 görüldüğüne değindi:

- Bilim adamları, diyabetin kontrol altına alınmadığı durumlarda yaşam süresinin 5-10 yıl kısalabildiğini belirtiyor.

TİP 1 ve TİP 2 diyabetin tümüyle tedavi edilemediğini anımsattı:

- Yani, hasta diyabetten tümüyle kurtulamıyor. Bu durumda disiplinli bir yaşama geçmesi gerekiyor. Diyabet tedavisi, özellikle TİP 2’de “hastalığı yönetmeyi” sağlıyor ve öğretiyor.

TİP 2 diyabetin tedavisinde başlangıçta diyet ve spor gibi önlemlere başvurulduğuna değindi:

- Daha sonra ağızdan alınan bazı ilaçlar devreye girebiliyor. Son ve kaçınılmaz aşama ise, insülin tedavisi oluyor. Disiplinli yaşam başarılabildiği ölçüde, insülin aşamasına geçiş geciktirilebiliyor.

Doktorların, “Artık insülin gerekiyor” dediğinde buna uymak gerektiğine vurgu yaptı:

- Ancak hastalar insüline çok geç geçiyor. Çünkü, hastaların çoğu başlangıçta insülini dünyanın sonu gibi görüyor.

Sanofi olarak diyabette farkındalığı artırmak için kamu-özel sektör işbirliği çerçevesinde sosyal sorumluluk projelerini hayata geçirdiklerini anlattı:

- Örneğin, diyabeti önlemeye yönelik “Sen bul, diyabet kolaylaşsın” programına 78 bin lise öğrencisi katıldı. Diyabet hastalarının yaşamını kolaylaştıracak 340 proje başvurusu oldu. Bu program sayesinde diyabet farkındalığı yüzde 7 arttı.

İnsülin Şehri”nde dinlediklerim “Diyabetin vücutta yaratabileceği tahribatı” beynime kazıdı...

Aman dikkat...

 


 

Kantinde zararlı gıdaların satışına yasakta rolü var

 

 Sanofi Türkiye Ülke Başkanı Fabrizio Guidi, “Okulda Diyabet Programı”nın 7.5 milyon öğrenci, 60 bin okul, 585 bin öğretmeni kucakladığını belirtti:

- Birçok okuldu diyabet erken teşhis edildi. Kamunun da devreye girmesiyle kantinlerde zararlı gıda satışı önlendi.

 

 

 6 bin Alman şirket ihracatta bizim 11 bin şirketi 21’e katlıyor

 

Makine ve Aksam İhracatçıları Birliği ile Makine Tanıtım Grubu Başkanı Adnan Dalgakıran, ölçek ekonomisini anlatırken, Almanya’dan örnek verdi:

- Aynı sektörde Almanya’da 4, Türkiye’de 60 şirket var.

Konuyu ihracat gücüyle açtı:

- Almanya’da makine sektöründe 6 bin şirket faaliyet gösteriyor. Yıllık ihracatları 300 milyar doları buluyor. Bizim makine sektöründe 11 bin şirket var. İhracatımız 14 milyar dolarda kalıyor. Yani, Alman makine üreticilerinin ihracatı bizi 20-21’e katlıyor.

Türkiye’de “küçük olsun, benim olsun” anlayışının hakim olduğunu vurguladı:

- Bu yüzden büyüklük yaratamıyoruz.

Ardından üretim becerisindeki başarı kriteri üzerinde durdu:

- Ülkemizin üretim gücü ve becerisini konuşurken genelde geçmişe döner, “Toplu iğne üretemezdik, şimdi nerelere geldik” deriz. Oysa günümüzde birşeyi yapabilmek, yüzde 10-15 başarı sayılıyor. Önemli olan artık dünyadaki örneklerinden farklı yapabilmek, ona pazar yaratabilmek.

Türk şirketlerinin dış pazarlarda birbirini aşağı çeken rekabeti bırakıp, en azından ihracatta birlikte hareket etmesi sağlanamaz mı?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106