Öne Çıkanlar Arçelik Üretim Koordinatörü Alp Karahasanoğlu KPMG şirket ortağı Emrah Akın Türkonfed TÜSİAD Sıçrama Yapan Şirketler TEKİRDAĞ İSTİHDAM FUARI 2018

Devlet en çok KOBİ kredilerini teşvik etmeli

GİRAY DUDA

Prof. Dr. Mustafa Aysan Finansbank Yönetim Kurulu üyesi ve Denetim Kurulu Başkanı. Bankacılığın yanı sıra uzun zamandan beri güncel ekonomiye ilişkin görüşlerini köşe yazılarında açıklıyor.

Prof. Aysan’la, Türkiye’nin ve dünyanın ekonomik gündemini konuştuk. Prof. Aysan, acilen talebin kısılmasına dönük yeni önlemler alınması gerektiğini vurguluyor ve enflasyonun ciddi bir tehlike olabileceğine dikkat çekiyor. Bankaların, müşterileriyle olan ilişkilerinde yanlışlar yapmış olabileceğini söyleyen Prof. Aysan’a Global Sanayici adına sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:

- Hocam iki yıl önce yine sizi ziyaret etmiştik. O zaman neredeyse hep krizi konuştuk. Yazının başlığı da krizle ilgiliydi. Bugün de kriz konuşacağız. Biz hayat boyunca bir ekonomik krizden diğerine atlayıp kriz içinde mi yaşayacağız?

- Kapitalist sistem krizsiz yaşayamıyor. Kendi kendini düzeltmeyi ancak krizle yapıyor. Bakın geçenlerde, “Batılı ülkeler krize doymuyor” diye bir yazı yazdım. Bu kapitalist sistem, çok iyi servet yaratan bir sistem. Herkes kendi menfaati peşinde koşarken, sistemin kurucusu Adam Smith’in deyimiyle milletler de zengin oluyor. Kitabının adı Milletlerin Zenginliği biliyorsunuz. Herkes doğal olarak kendi menfaati için koşacak ve böylece toplumlar da zenginleşecek. Bu mekanizma düzgün çalışmıyor. Çünkü bu mekanizmanın şartları var. Bu şartların dışında şeyler yaratıyor mekanizma. Mesela, Adam Smith’in kitabında ‘Firmalar çok küçük kalacak’ diye yazar. Yani bir firmanın batışı, pazarın arzını talebini fazla etkilemeyecek. Etkilerse olmaz. Oysa bu sistem az sayıda büyük şirket yaratıyor. Çalıştığı zaman becerikli tepeye çıkıyor.   

SİSTEMİN DÜZELTİLMEYE İHTİYACI VAR

Amerikanın zaafı da bu. Sistemi yüzde 100’üne uygulamak istiyor ama maalesef kişisel menfaat sağlama hırsı ve çalışması akıllıya prim veriyor. Akıllı da primi kullana kullana tek kalıyor. Örnek, General Motors. Şimdi biliyorsunuz Amerika’da bir Ford bir de General Motors kaldı. Ötekiler battı. GM de devlet desteğiyle yürütüldü.

Demek ki bu sisteme düzeltici kurallar lazım. Kuralları azaltırsak kriz oluyor. Biliyorsunuz bütün o formaliteler bu kurallardan çıkmış. Ekonomileri kuraldan arındırmak isterken biz bu girdabın içine giriyoruz. Az sayıda insanın büyük servetler edindiği bir girdap var. Bunun da karşı tarafta bir eşdeğeri var. Burada ne kadar az sayıda servet birikirse orada da çok sayıda fakir birikiyor. Bunun çaresini bulamadık. Milletler ve milletin içindeki fertler çok yüksek gelir farklılıkları yarattılar. Bunlar da insanları rahatsız ediyor. Neden rahatsız ediyor? Çünkü burada açlıktan ölen insan, diğer tarafta ise kazandığı parayı nereye koyacağını bilemeyen insan var.

İnsanların arasındaki bu farklar ve ekonomilerin işleyiş tarzı, kapitalist sistemde  devlet gücüyle korunabiliyor. Eğer bu kuralları gevşetirseniz  bu iş hızlanıyor. Sonra düşüyor. Bir bakıyorsunuz  milli gelirde yüzde 10-15 büyüme, sonra da eksilere iniyorsunuz. Yüzde 10 büyümeden yüzde yarım küçülmeye geçilmesine biz kriz diyoruz. Bunun çaresi nedir, onu düşünmemiz lazım.


SOSYALİST VE KAPİTALİST SİSTEM PROBLEMLİ

Öte yandan 1989’da sosyalist sistemin ipliği pazara çıktı. Çünkü onu da tam kuralına göre işletemiyorlardı. Sosyalist sistemin işlemesi için tam demokrasi gerekli ama sistem tam diktatörlükle işletilebiliyordu.

Bu 2008 krizi çok önemlidir ve kapitalist sistemin ipliğini pazara çıkarmıştır. Amerikalı üstadlardan bazıları kitap yazıyor. Amerikan imparatorluğu son dönemini yaşıyor diyorlar. Amerikan devleti, 2008 yılından bu yana kadar 10 trilyon dolar basmış ve sürmüş piyasaya.  Bunun yüzde 70’i kendi ülkesi dışına dağılmış. Çok dağıldığı zaman rahatsız olmuş, devlet tahvili ihraç etmiş ve parayı geri çekmiş. Şimdi ayda 85 milyar dolar veriyor. Biraz yavaşlatacağım dedi, ortalık altüst oldu.

- Evet, dünya birbirine girdi.

- Girdabın içine girince yavaşlatamıyor ve sürekli basıyor. Bu paralar bankacılık kanalıyla giriyor sisteme. Bankacının eline bir para verirsen bankacı derhal onu krediye döndürerek kucağından atmaya bakar. Çünkü kucağını yakar. Varsayalım ki o parayı kullanmadı, kredi vermedi o banka para kazanamaz, katma değer yaratamaz. Ülkeler böyle çalışır. Parayı basar, doldurur bankaya. Banka da insanlara ya da başka bankalara kredi verir. Sonuçta herkes herkese çok miktarda borçlanmış olur.

Amerika bir tarihte, yaklaşık 40 yıl önce,  finansal varlıkları fiziksel varlıklara göre yüzde 20 oranında olan bir ülke idi. Şimdi, finansal varlıklar fiziksel varlıkların yüzde 120’sine ulaştı. Bu yüzde 20, balon ya da şişme dediğimiz fazlalıktır. Yatırım yapılan değişik yerlerde çıkıyor. Geçen defa ipotekli konut kredilerinde ortaya çıktı. Daha önceki de sanayi yatırımlarında çıkmıştı. 1998’de Uzak Doğu’daki kriz, birbirlerine borçlanan, farklı yerlerde çalışan Amerikan şirketleri nedeniyle başlamıştı.

Dünyanın şunu düşünmesi lazım. Demek ki bu sistem bunu yapıyor. Küreselleşme de sürekli gelişmişlerin lehine çalıştı. Batılı ülkeler artık asker göndererek sömürgeler yapamadıkları için dünyanın hakimiyetini küreselleşme ile yapıyorlar. Büyüyen firmaları rekabete gönderdiler. Amerika dışındaki şirketlere egemen oldular. Yatırımları kendileri yaptılar. Oradaki şirketleri satın aldılar ve hala da alıyorlar. Demek ki buna bir çözüm bulunmalı. Kapitalist sistem bu çözümü bulamadı. Talebi ve üretimi sürekli artırarak sistem işlemiyor.

ÇÖZÜMÜ ATATÜRK KARMA EKONOMİDE BULMUŞ

Beni heyecanlandıran şu. Bizim Atatürk’ümüz buna çözüm bulmuş. 1980 yılında Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yılına hazırlanırken “Atatürk’ün ekonomik politikası” diye bir kitap yazmıştım. Baktım ki gerçekten herşeyi Atatürk yapmış o zaman. Öyleyse şimdi de biz bir karma ekonomi yapacağız ve bunu sürdüreceğiz. Bu eskiden beri düşünülmüş ama bir ütopya addedilmiş. Bunu yapamayız demişler ve ya bu uca ya da diğer uca kaymış. Bir uç öldü, şimdiki kriz de diğer ucu öldürdü. O halde başka bir düzene ihtiyacımız var. Batılı ülkeler, hafif düzeltmelerle ve bir iki kural koyarak, en önemlisi de para basarak bundan kurtuluruz zannediyorlar. Kurtulamıyorlar. Öyleyse bir “üçüncü yol”u bulmalıyız. Biz bulmuş ama sonra terketmişiz.

- Amerika’nın da böyle para verip bazı şirketleri de satın alması karma ekonomi girişimi değil mi?

- General Motors (GM) ne oldu? GM battı, Amerikan hükümeti geldi battığı yerden çıkardı, yüzdürdü. Bütün maliyetini karşılayarak harekete geçirdi. Bizim burada da yapıyorlar ya, iflas eden firmayı bir yana bırakıp tesisi çalıştırıyorlar. Üç tane firma kurdular. Bir tanesi iflas eden GM firması, eski firma. Bir tanesi yeni GM, ona işleyenleri, çalışanları aldılar. Bir tane de finansalları aldılar, tasfiye yapmak için. Batan battı. Azıcık para edecek olan finansal varlıklar bir yerde toplandı. İşleyen fiziki varlıklar da bu şirkete verildi. Bu şirket geçen sene 8.5 milyon araba üretti. Bunun 4.5 milyonunu Çin’de yaptı. Böyle bir tablo var karşımızda. Batan şirketleri devlet kurtaracaksa kapitalizm varlık nedenini yitiriyor.

- Yani Amerika’da da bir devlet, kamu ekonomisi var öyle mi?

- Var tabii. Kuvvetli bir kamu kesimi var Amerika’da. Bazılarını özelleştirdi ama birçoklarına da dokunmadı Amerika. Mesela Tennessee Valley Authority diye dev bir devlet kuruluşu var. Sulama sistemleri, enerji sistemleri, petrol üretimi gibi bir çok proje burada yaşama geçiyor. Tennessee vadisinin 1933’te kurulmuş kalkınma projesidir ve bugün de işlemeye devam etmektedir. Hiç dokunmadılar. Böyle örnekler  var.

SÜMERBANK’I DA CANLANDIRMALIYIZ

Ama Amerika yine hala GM’i özel sektöre devretmek için inat ediyor. Bunun için çalışmalar sürüyor. Mesela İngiltere’de bir çok özelleştirmeden vazgeçildi. Bizim ülkemizde Et ve Balık Kurumu devlet tarafından yeniden kuruluyor. Göreceksiniz Sümerbank’ı da geri çevirmek zorunda kalacağız. Halen nüve duruyor, o da olacak. Çünkü başka yolu yok bunun.

İki sebebi var. Bir tanesi, ekonomiyi yüzde 100 özel sektöre verirsen devletin kural koyması lazım. O kadar çok kural koyması gerekiyor ki özel sektör nefes alamıyor. Nefes alamayınca iyi, verimli çalışamıyor. Onun için de hangi kuralı koyacağını bilemiyor. Ama devlet işletmesini özel sektörün piyasa şartlarına göre şirketlerin arasına koyarsanız bürokratlar kısa sürede bunu öğreniyorlar. Hangi kuralı koyacağını biliyorlar. Şuna dikkat edecekler. Devlet özel sektörle rekabet etmeyecek. Onu tamamlayacak. Bunu bilemiyor, öğrenemiyor. Yani özel sektörü nasıl kontrol edeyim bunu bilemiyor. İçinde olursa daha kolay öğreniyor.

İkinci neden de şu: Devlet kendi işletmelerinin iyi yönetilmesini beceremiyor. Özelleştirmeden sonra devlet sıfıra inse ve hepsini kurallarına göre kontrol etse olur. O da bir düzendir. Devleti güçlendirdiğimiz oranda devlet özel sektörü güzel biçimde yönlendirir.

 

ÜÇ YILLIK PLANLARDA HATA OLUYOR

- Peki hocam Hükümetin hazırladığı, kamuyu ve özel sektörü yönlendirmeyi amaçlayan Orta Vadeli Programa söyledikleriniz ışığında bir göz atalım mı? Biraz da korkuyla hedefler öncekilere göre küçültülmüş durumda. Nasıl buldunuz Orta Vadeli Programı?

- Biliyorsunuz bu bir yenileme planı. Asıl bir OVP’miz vardı, şimdi yenilendi. Hangi yönde yenilendi, kısıtlama yönünde. Yani eskisi kadar atak büyüyemiyoruz. Çünkü enflasyon, dış açık yarattı. Döviz fiyatının çok tehlikeli biçimde baskı altında tutulduğu ortaya çıktı. Onun için bunu biraz gün yüzüne çıkaracaklar. Yavaş yavaş başladı. Döviz fiyatı zorluyor. Daha da yukarılara doğru gidecektir. OVP, bir kontrol planıdır. Maalesef ekonomimiz kontrolü zor bir durumdadır şimdi. İnşallah yapabilir, yavaşlatabilirler. Ama bu yavaşlatma işsizliği artıracağı için sağlıklı değildir. Bir yıldır dış açığı azaltmaya çalışıyoruz.

Ama dış açık azalmadı. Milli gelirin yüzde 7’sine düşmüş gibi görünüyor ama  düşüş geçicidir. Yıl sonuna doğru ithalat çok yükselir, fabrikalar yaz rehavetinden kurtularak çalışmaya başlar. Sanıyorum yıllık 70 milyar dolara yaklaşan bir dış açık var. Zaten son ölçüm GSMH’nin 8.8’i olduğunu ortaya koydu. Demek ki hem ekonomiyi yavaşlatacağız hem de dış açık aynı oranda yavaşlamayacak. Bu ne demektir? Biz katma değer yaratmıyoruz demektir. Temelden ekonomiyi alıp, ekonominin ihtiyaçlarına göre nasıl bir dış açık yaratırız onun araştırılması lazım. Bunu sadece ihracatı artırarak yapamazsınız. Çünkü ihracatın önemli bir kısmı zaten dışarıdan ithalatla geliyor. Onun için de sırf bu hedefle yapılmış bir uzun vadeli programa ihtiyaç var.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın 5 yıllık planları var, onlar nazari kaldı. Şimdi bu üç yıllık planlara bakıyoruz. Üç yıllık planlar da 10-15 yıllık hedeflere göre ayarlanmadıkları için bazı hatalar içeriyor. Önemli hatalardan bir tanesi bizim ekonomimizin daha fazla ticaret işiyle kalkınmakta olmasıdır. Daha ziyade finansal varlıkların artışı biçiminde büyümesidir.

Üretim olmazsa hiçbir şey olmaz. Üretim için yatırım yapmak lazım. Yatırım yapmak için de tasarruf gerekli. Tasarrufu ya burada yapacaksınız ya da dış açıkla dışarıdan getireceksiniz. Başka seçenek yok. Yoksa yatırımı bağlayamazsınız. Parayı üç beş yıl için belirsiz biçimde tutabilir misiniz, tutamazsınız. Bizim yapmamız gereken şey talebi tahrik etmek değil, tasarrufu teşvik etmektir.

REKLAM VERGİLERİNİ ARTIRMAK GEREKLİ

- OVP’nin görünen ve açıklanan amaçlarından birisi de bu değil mi?

- Gayrisafi milli hasılanın oranı olarak yüzde 22 yatırım yapıyoruz. Tasarrufumuz da yüzde 12. Bu aradaki yüzde 10 dışarıdan gelirse işte böylece 70 milyar dolar dış açık eder. Bu da enflasyon yapıyor. Bir zamanlar hatırlayın bunun yanına bir de bütçe açığı gelirdi. 1979 yılında ekimden ekime enflasyon yüzde 106 idi. Böyle bir enflasyon döneminde ekonomide hiçbir şey yapılamaz. Yatırım da tasarruf da sıfıra yaklaşır.

Onun için de bizim ilk olarak dış açığı kontrol altına almamız gerekir. Orta Vadeli Program o yönde atılmış bir adımdır. İkincisi enflasyonu kontrol etmeliyiz. Enflasyon hala kontrol edilmiş değildir. İki sebeple enflasyon ekonominin içine yerleştirilmiş ama çaresi bulunmamış, fiyatlara intikal etmemiştir. Birisi döviz fiyatı, ikincisi de devletin egemen olduğu fiyatlar vardır, asgari ücretten tutun bazı faiz hadlerine, demir çelik fiyatlarına kadar… Devlet kararıyla belirlenen fiyatların artması lazım. Seçimler  nedeniyle bir yıldır artmıyor. O işte ekonominin içine depo edilmiş ve bize yansımayan enflasyondur. Bu da gelecek. Bu iki sebeple ortaya çıkacak enflasyon benim tahminlerime göre yüzde 20-25’tir. Bu ne zaman çıkar bilemem. Bugünlerde hızlanma başladı. Kontrol edilmelidir.

Onun için bugünden enflasyonu durduracak önlemler alınmalı. Mesela reklam harcamalarının vergisi 10 misline çıkarılmalı. Reklam sanki parasız yapılıyormuş gibi her yanımız reklam doldu. Talebi bu kadar özendirerek bu kontrolleri yapmak olanaksızdır.

TALEBİ DEĞİL TASARRUF TEŞVİK ETMELİYİZ

- Özellikle talep patlaması var. Neredeyse yol kenarlarındaki her bina reklam panosu gibi kullanılıyor.

- Bunun yerine bizim tasarruf teşviki yapmamız lazım. Bizim işadamını ve yatırımcıyı en çok takviye edecek şey budur. Tasarruf olmayınca bunu enflasyonla, dış açıkla yapmaya çalışıyoruz. O da enflasyon yaratıyor ve kısıtlanması gerekir. Bu kısıtlamalar da krize dönüşebiliyor.

Şimdi herkes büyüme diyor. Büyüme, büyüme nereye kadar büyüme? Halbuki geçmişte sıfır büyümeyi tavsiye eden raporlar da yayınladı. Roma Raporu’nu düşünün. Tabii ki onlar biraz aşırıya gitmişti ama biz kaynakları tasarruflu kullanmalıyız ve enflasyonu sıfıra indirmeliyiz.

Enflasyon hedeflemesi diye bir şey uydurdular. Merkez Bankası’nın birinci görevi vatandaşına değeri değişmeyen, sağlam bir para vermektir. Amerika’da bir zamanlar yapıldı; örneği var. Para değerini değiştirmeye kalkınca hem bütün dünyaya hem kendisine zarar verdi. Enflasyon ve dış açık zarar veren gelişmelerdir.

TOPLAM KREDİ HACMİ KONTROL EDİLEBİLMELİDİR

- Sizin gibi kıdemli bankacıyı bulmuşken Orta Vadeli Program’daki bankacılık uygulamalarını, kredi kartlarına ve kredilere getirilen kısıtlamaları nasıl değerlendirdiğinizi sorayım. 

- Kredi kartlarını çok sayıda insan kullanıyor o nedenle kontrol edilmeye çalışılıyor. Ancak kontrol edilmesi gereken şey, toplam kredi hacmidir. Kredi kartı bunun küçücük bir kısmıdır. Örnek olarak finansal piyasada belirli fiyatlara hücum etmek en tehlikeli şeydir. Çünkü finansal pazarda bizim elimizdeki çok önemli araç finansal pazarın kendisidir. Bu Pazar da fazla regüle edilemez. Mesela fiyatı regüle etme olanağı yoktur. Ancak, buraya gelen parayı, ithalatı, ihracatı kontrol etmelidir. Fiyatı yönetmeye kalkarsanız, Murat arabanın fiyatına tavan koymaya benzer, 2-3 sene içerisinde vazgeçmek zorunda kalırsınız ve o vazgeçme de topluma çok pahalıya mal olur. Onun için tek tek fiyatları kontrol etmek yerine rekabetin iyi çalışmasını sağlayıp finansal pazarı serbest bırakmak lazım. Bundan hiç korkmamalıyız. Çünkü bizim bankacılık sistemimiz bütün sorunlarından sıyrılmış ve şimdi çok iyi çalışmaktadır. Hem içeride hem Avrupa’da dünya bankalarıyla rekabet ediyoruz. Onun için bırakacaksınız ki bu rekabet çalışsın ve sağlıklı şeyler yaratsın.

Eğer bu şişmeyi önlemek için tedbir almak istiyorsa, tasarrufu teşvik etmeliyiz. Devlet dahil olmak üzere herkes talebi teşvik ediyor. Önemli olan, eğer istediğimiz hızlı büyüme ise bu büyümenin iç tasarruflarla desteklenmesidir. Desteklemezseniz dışarıdan gelir. Mecbur onu dışarıdan getirmeye. Devlet şu sıralarda bankalara yanlış yaklaşıyor.

BANKALARIN DA SORUNLARI VAR…

- Bir bankacıya şuna sormadan geçemeyeceğim. Memleketimizdeki tüm vatandaşların bankalardan yana sıkıntısı, şikayeti var. Ekonomiden sorumlu bakan, televizyonda bankalara “vampirler” diye bağırdı. Geçen gün birlikte olduğumuz bankacılar toplantısında genel müdürler her şeyden çok memnun gibi görüntü verdiler. Dün Tüketici Hukuku Sempozyumu’na katıldım ve şikayetlerin yüzde 60’ından fazlasının bankalardan olduğu belirtildi. Tamam bankalarımız para kazansın da diğer yandan neden her kesimden bankalarla ilgili olumsuz düşünce ve sözler yükseliyor?

- Ben içinde yaşadığım için son haftalardaki 5-6 yazımı bankalara tahsis ettim. Problemleri biliyorum, sorunlarımız tabii var. Ama bu sorunları çözmek için devletin yaklaşım biçimi yanlış. Bu kadar kısa sürede bu kadar büyümüş, bu kadar sıkıntı çekmiş hangi sektörde sorun olmaz ki? 2002’de hemen hemen bir yıl içinde bizim 23 bankamız battı. Bu az bir şey değil ki? İlk vuruştaki zarar 54 milyar dolar. Bir yıl içinde 56 bin gencimiz işsiz kaldılar. Hepsi yetişmiş adamlar, Avrupa’ya Amerika’ya gidip orada çalışmaya başladılar. Şimdi biz bunları yeniden yetiştiriyoruz.

Bakanlar bankalara hücum edip duruyor. Onun yerine bankaları basına kapalı bir toplantıya çağırsalar, yönetim kurulu üyelerine ve genel müdürlere ‘şöyle şöyle bir problemimiz var, bunu çözelim’ deseler iyi olmaz mı? Bankalarda müşteri şikayetleri birimlerimiz var. Elimizden geleni yapıyoruz. Elbirliğiyle bankacılık sistemini ileri götürmek için gereken şeyler nelerdir, onu sahiplerine sormadan karar vermeye çalışıyoruz. Olmaz böyle.

Biliyorsunuz bizim 10 yıl önce asıl kredilerimiz kurumsaldı, KOBİ’ydi. Bireysel kredi bulunmazdı. Bizim bankacılarımız şimdi genişleye genişleye 70-80 tane ürün getirdiler ülkemize. Tüketici kredileri bunlardan biri. Bu krediler hızlı arttığı için çok sayıda insana gitti ve buradan da çok şikayet çıkıyor. Hükümetle bankacılar birlikte toplantı yapsalar alınacak tedbirler yarım günde tespit edilir ve ülke için çok yararlı olur.

HÜKÜMET-BANKACI DİYALOĞU KURULMALI

- Bir de bankalar kendi aralarında toplanıp ‘neden herkes bizden şikayetçi’ diye bir değerlendirme yapsalar iyi olmaz mı?

- Yapıyorlar. Bankalar kendi aralarında kolayca anlaşırlar. Ama “Rekabet Kurulu” var. Rekabet ortamına zarar vermelerini önleyen kurallar var. O zaman ben diyorum ki birlikte oturup kararlaştıralım. Devlet de bu çalışmalara katılsın.

Bir de bankacılık sistemi sırça köşke benzer. Bankacılarımız konuşacaksa Hükümetle başbaşa konuşmak ve onların istekleri doğrultusunda çalışmak ister. Çünkü gelecekleri onların elindedir. Bize görev de verebilirler, ‘şu işi kendi aranızda siz çözün’ diye. Ama bu diyaloğun kurulması lazım. Bankalar kendi aralarında istenen çalışmaları yapamazlar.

KOBİ KREDİLERİ HIZLA ARTMALI

- Son olarak KOBİ’leri konuşalım. Bankaların hepsi KOBİ birimleri açtı. Her yerde KOBİ’lerden konuşuluyor. Ekonominin önemli bir unsuru olarak KOBİ’leri siz nasıl görüyorsunuz?

- Hiç tereddüt etmeden bütün kredi sistemini KOBİ’lere öncelik verecek biçime getirmek lazım. Çünkü onlar en çok ihtiyaç içinde olanlar. Türkiye’de KOBİ’ler bankacılık sistemi içinde ikinci sınıf vatandaş gibi düşünülür. Buna son vermek lazım. Biz kendi bankamızda KOBİ’lere çok öncelik veriyoruz. Kredilerimiz, mikro kredilerimiz veya orta vadeli kredilerimizin hepsi KOBİ’lere yöneliktir. Şimdi KOBİ’ye dönük tarım kredisi veriyoruz.

 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106