Öne Çıkanlar Sao Paulo Hababam Sınıfı ÇOSB Prof. Dr. Taner Berksoy Temiz enerji ÇOSB Mesleki ve Teknik Lisesi rol model oldu

“Gümrük Birliği görüşmeleri zaman geçirmeden başlamalı”

GİRAY DUDA

Türkiye’de Avrupa Birliği ile ilişkilerin bir numaralı kurumu olan İktisadi Kalkınma Vakfı’nın Başkanı Ayhan Zeytinoğlu ile Türkiye-AB ilişkilerini konuştuk. Aynı zamanda Kocaeli Sanayi Odası Başkanlığı yapan Zeytinoğlu, üyelik ilişkilerindeki sorunlara rağmen, iki taraf yararına olacak birçok ileri adım atılabileceğini belirtiyor.

- Sayın Zeytinoğlu, öncelikle şunu sormak istiyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma projesi hangi aşamada. Katılıma ne kadar mesafe ve önünde ne gibi sorunlar var?

- Türkiye’nin AB üyelik hedefinin yakın bir zamanda gerçekleşmesinin önünde ciddi engeller bulunuyor. Ancak bu durum üyelik hedefinden vazgeçmek anlamına gelmemeli. Bilakis, üyelik hedefi ne kadar zorsa, onun için mücadele etmek de o kadar önem kazanıyor. Her şeyden önce AB’nin yeni üye alımına yaklaşımında önemli değişiklikler var. AB öncelikle kendi içindeki sorunları aşmaya çalışıyor. Üye devletler arasında ciddi ayrışmalar söz konusu. Bunların aşılması, iç bütünlüğün güçlendirilmesi ve çağımızın çok boyutlu meselelerine çözüm üretebilen bir AB’nin ortaya çıkması en önemli öncelikler.

BİZE YÖNELİK İTİRAZLAR VAR

AB, Türkiye ve diğer aday ülkelere yönelik katılım perspektifini muhafaza ediyor ancak yakın bir zamanda üye alımına yönelik olarak son derece çekimser ve temkinliler. Türkiye’nin katılımına yönelik önemli itiraz ve eleştiriler mevcut. Türkiye’nin hem 80 milyon nüfuslu bir ülke olması, Ortadoğu ile komşu olması ve siyasi ve ekonomik meseleleri AB’ye girmesine de engel teşkil ediyor. Ancak bu sorunların yanında Türkiye aynı zamanda önemli potansiyeli olan, gerek dinamik nüfusu, gerek içinde bulunduğu coğrafi ve jeostratejik konum itibarıyla kritik önemde olan bir ülke. Bir bölgesel güç. Türkiye’nin atılımlarını hızlandırarak, siyasi olarak demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler konusunda reformları ilerletmesi ve AB ile diplomatik temasları artırması ilişkilerin uzun vadede ilerlemesine yol açacaktır. Özellikle dijitalleşme ve iklim konularında AB ve Türkiye arasında ortak yarar ve gelecek vizyonu üzerinden yeni bir gündem yaratılabilir.

AVRUPA KOMİSYONU İÇİN TÜRKİYE KOMŞU ÜLKE

- Türkiye’nin, “Güney Komşuları, Türkiye, Göç ve Güvenlik Müdürlüğü” kapsamına alınması AB’nin Türkiye’yi üye almaktan vazgeçmesi anlamına mı geliyor?

- Avrupa Komisyonunda Türkiye masasının bağlı olduğu bölümün bu şekilde değişmesi gerçekten de soru işaretlerine yol açtı. 14 Ekim tarihinde Brüksel’e bir ziyaretimiz oldu. Komisyonun Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi ile görüştük. Ona da bu soruyu yönelttik ve bu değişiklikle bir mesaj verilip verilmediğini sorduk. Kendisi bunun Türkiye’nin adaylık statüsünde herhangi bir değişiklik anlamına gelmediğini belirtti. Tabi bunu söylemekle birlikte AB’nin Türkiye’ye nasıl yaklaştığını da gösteriyor bu değişiklik. Daha çok göç ve güvenlik açısından Türkiye’nin önemine vakıf olan Komisyon Türkiye’yi hala aday ülke olmasına rağmen, komşu ülke olarak değerlendiriyor. Bu yaklaşımı değiştirmek bizim elimizde. Adaylık statüsünün gereğini yaparak AB reformlarını her alanda yeniden gündeme almalıyız.

EV ÖDEVİNİ KENDİMİZ İÇİN YAPMALIYIZ

- 10-15 yıl önce büyük bir coşkuyla yürütülen üyelik görüşmelerinin çıkmaza girmesinde Türkiye’nin de “ev ödevini eksik yapması” gibi sorunlar var mı?

- Türkiye 2000’lerin ilk yarısında AB coşkusuyla çok kapsamlı reform adımları atmıştı. Bunun sayesinde Türkiye’ye gelen yatırımlar yaklaşık 20 kat artış göstermiş, Türkiye’nin gerek Batıda gerekse Doğuda uluslararası itibarı ve yumuşak gücü pekişmişti. Ancak sonrasında bu ivmeyi devam ettiremedik. AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı da bunda etkili oldu. Ancak AB üyeliği için yapılan reformlar aslında Türk halkının iyiliği için, yaşam standartını yükseltmek için yapılıyor. O yüzden ev ödevini biz kendimiz için yapmalıyız.

MERKEL, AB’NİN DENGE FAKTÖRÜYDÜ

- İngiltere’nin AB’den ayrılması ve Almanya’da Merkel yönetiminin sona ermesi Avrupa Birliği’nin işleyişi ve geleceği açısından sorunlar yaratır mı?

- Bu iki gelişme AB’nin önemli bir sınamadan geçmesine yol açıyor. Brexit ile birlikte AB önemli bir siyasi ve ekonomik ortağını kaybetti. Ancak hem Brexit sürecinde, hem de sonrasında İngiltere’nin yaşadığı sıkıntılar AB üyeliğinden çıkmanın o kadar da iyi bir şey olmadığını gösterdi. Akılcı olmayan ve duygusal tepkilere dayalı, popülist vaatlerin tetiklediği politikalar son derece olumsuz sonuçlar verebiliyor. Şimdi de Polonya’nın AB hukukunun üstünlüğü prensibine karşı çıkması ile “acaba Polonya da ayrılır mı” gibi tartışmalar ortaya çıktı.

Ancak hem AB üyeliğinin avantajlarından yararlanmak, hem de AB’nin temel ilke ve değerlerinden uzaklaşmak AB içinde ciddi sorunlara yol açıyor. AB’den ciddi ekonomik fayda temin eden Polonya gibi ülkelerin çıkması da mümkün gözükmüyor. Merkel AB içinde önemli bir yol gösterici, arabulucu ve denge faktörü idi. Yeni Başbakan Olaf Scholz, Merkel’in mirasını taşımaya aday olan ılımlı bir isim. Ancak tabii ki yeni dönemde olaylar ve krizler karşısında nasıl tavır takınacağını görmek lazım. Ayrıca koalisyon ortakları arasındaki görüş ayrılıkları da Scholz’un hareket kabiliyetini etkileyebilir. Öte yandan şunu unutmamak gerekiyor. Merkel sonuçta Alman devleti ve toplumunu temsil ediyordu. Almanya sanayiinin çıkarlarını ve Alman ekonomisinin istikrarını önemsiyordu. Almanya’da sistem çok güçlü ve kişiler üzerinden değil kurumlar üzerinden ilerliyor. O yüzden Merkel’in eksikliği önemli olsa da, Almanya’nın AB’ye verdiği önem ve AB içinde orta yol bulma çabaları devam edecektir diye düşünüyorum.

GÜMRÜK BİRLİĞİ GÜNCELLENMELİ

- Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, yenilenmesi konusu da yıllardır her düzeyde konuşuluyor. Şu anda bu konuda nasıl adımlar atıldı ve güncelleme için umut verici temaslar yürütülüyor mu? Türkiye Raporu’nda konuyla ilgili yer alan açıklamalar hakkında sizin görüşlerinizi alabilir miyiz?

- Gümrük Birliğinin güncellenmesi konusu önemini devam ettiriyor. 2016’dan beri siyasi engeller sebebiyle bu konuda adım atılamadı. Ardından pandemi geldi ve ekonomik ilişkileri de sarstı. Son olarak, AB’nin Türkiye ile ilişkileri canlandırmak için ortaya koyduğu Pozitif gündemin en önemli maddelerinden birini oluşturuyor. Çünkü gümrük birliğinin güncellenme süreci başlayabilirse, bu birçok alanı ve sektörü etkileyecek. AB’nin iki temel önceliğini oluşturan dijitalleşme ve yeşil gündem ile de bağlantı kurulabilecek. Gümrük birliğinin işleyişindeki var olan sorunların çözümünün yanında, AB ve Türkiye arasındaki ticari ilişkinin sadece sanayi ürünleri değil, tarım, hizmetler ve kamu alımlarını da içerecek şekilde genişlemesini ve serbestleşmesini içerecek. Yani bütünleşmeyi ileri boyutlara taşıyarak mevzuat uyumu, standart ve normlara uyumu da güçlendirecek.

AB tarafının üzerinde durduğu konu son Türkiye raporunda da yer alıyor. Deniyor ki “gümrük birliğinin güncellenmesi için resmi müzakereleri başlatmak amacıyla hazırlık yapıyoruz. Ancak önce Türkiye’nin AB’den gelen ürünlere uyguladığı bazı ticareti kısıtlayıcı önlemleri kaldırsın.” Bunlara “trade irritant” deniyor. Bu konuda iki taraf arasında görüşmeler sürüyor. Sürecin hızlanmasını destekliyoruz. Çünkü gümrük birliği ilişkisi de aşınıyor ve zemin kaybediyoruz. Daha fazla zaman geçirmeden süreci başlatmalıyız.

YEŞİL MUTABAKAT İÇİN ÇOK ÇALIŞTIK

- Avrupa Yeşil Mutabakatı sonrasında Türkiye’nin de attığı önemli adımlar var. Son olarak Paris İklim Anlaşması’nın TBMM tarafından onaylanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Avrupa Yeşil Mutabakatı Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Özelikle gümrük birliği ve ihracatımızın yarıya yakınını AB pazarına yapıyor olmamız, AB ekonomisindeki büyük yeşil dönüşümü ciddiye almamızı gerektiriyor. Tabi Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) karbon fiyatlandırmasını getirerek Türkiye gibi çimento, çelik gibi sektörlerde AB’ye tedarik sağlayan ülkeler üzerinde daha da ciddi bir baskı oluşturuyor. İKV olarak Yeşil Mutabakat ve Türkiye açısından etkileri konusunda farkındalık yaratmak için yoğun çalışmalar gerçekleştirdik. Bu konuda bir raporumuz yayınlandı. Ayrıca gerek çevrim içi olarak gerekse yüz yüze olarak bugüne kadar 50’yi aşkın toplantı düzenledik ve sunum yaptık. TEPAV ve İstanbul Politikalar Merkezi ile birlikte Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasına taraf olması çağrısında bulunan bir çağrı yayınladık. Sanıyorum TBMM’nin Paris İklim Anlaşmasını 5 yılın sonunda onaylamasının arkasında bu çalışmaların da etkisi bulunuyor. Son derece önemli bir adım. Ayrıca Türkiye’nin 2053 iklim nötr olma hedefini açıklamasını da benzer şekilde olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

YENİ YATIRIMLAR YEŞİL YATIRIM OLMAK ZORUNDA

- Paris Anlaşması ve Ulusal Katkı Beyanı gereğince yerine getirilmesi gerekenler için Türkiye beklediği maddi destekleri rahatlıkla alabilecek mi? Bu konuda yeterli kaynak var mı?

- Paris İklim Anlaşmasının sıcaklık artışını 1.5 derece ile sınırlı tutma hedefi doğrultusunda atılması gereken önemli adımlar bulunuyor. Yenilenebilir enerjiye geçişin hızlanması, fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılmasının yanında, sanayi, hizmet ve tarım sektörlerinde sera gazı emisyonlarının azaltılması için ciddi önlemler alınması gerekli. Bu da tabi finans kaynakları ve yatırımlar ile mümkün. Türkiye’nin Almanya ve Fransa’dan iklim dönüşümü için kaynak bulduğu açıklandı. Bunun yanında gerek AB’nin Katılım Öncesi fonlarından, gerekse araştırma ve geliştirme programları ve Avrupa Yatırım Bankası gibi finansal kuruluşlardan hibe ve kredi desteği temin etmek mümkün. Zaten artık öyle bir noktaya geliyoruz ki sürdürülebilirlik ve iklim konusundaki kriterlere uymayan, karbon ayak izini azaltmak için önlem almayan işletmeler kaynak da bulamayacak. Yeni yatırımların yeşil yatırım niteliğine sahip olması gerekiyor.

ÖNCELİK SINIRDA KARBON AYAK İZİ

- Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum konusunda yapılacaklar hakkında bilgi verir misiniz? Bu çalışmaların belirlenen tarihe kadar yetiştirilmesi için neler yapmak gerekiyor?

- Avrupa Yeşil Mutabakatına uyum konusunda öncelikle Türkiye’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na (SKDM) hazırlık olarak emisyon yoğun sektörlerde zorunlu karbon piyasası düzenlemesini hayata geçirmesi gerekiyor. Bu piyasanın AB Emisyon Ticaret sistemi ile uyumlu olması gerek. Aksi takdirde 2026 sonrasında SKDM’nin uygulanacağı sektörlerde ek bir maliyetle karşı karşıya kalacağız. Buna hazırlık olarak karbon fiyatlamasından etkilenecek sektör ve kuruluşlara destek sağlanması ve karbon ayak izini azaltılması için neler yapılması gerektiği konusunda danışmanlık verilmesi gerekli. Ayrıca AB’de döngüsel ekonomi ilkeleri doğrultusunda tüm sektörlerde ürün standartları, üretim yöntemleri, tüketicinin bilgilendirilmesiyle ilgili gerekler ve imalatçı sorumluluğu ilkeleri de değişiyor. AB pazarına ihracat yapanlar ve ihracatçılara girdi sağlayan ya da hizmet verenlerin de bu gelişmeleri takip ederek gerekli dönüşümü gerçekleştirmesi gerekecek.

YEŞİL DÖNÜŞÜM İÇİN ÇEŞİTLİ FONLAR VAR

- Yeşil Mutabakata uyum için AB’nin sunabileceği yeterli miktarda fon var mı? Bunlardan yararlanmak kolay mı ve iş dünyası nasıl yararlanabileceğini biliyor mu? Türkiye’deki hibe, teşvik, destek gibi kaynaklar hakkında neler söylemek istersiniz?

- AB Yeşil Mutabakat için 1 trilyonu aşan kaynak ayırdı. Bu kaynak, 2030’daki sera gazını yüzde 55 azaltım hedeflerine uyum için kullanılacak. Ancak bu fonların büyük kısmı Üye Devletlerin dönüşüm çabalarına tahsis edilmiş durumda. Türkiye ise aday ülke olarak katılım öncesi fonlardan yararlanabilir. Ayrıca Horizon Europe gibi özellikle yeşil teknolojileri desteklemeyi hedefleyen programlardan da yararlanabilecek. Ayrıca uluslararası finans kuruluşlarının sağladığı kredi imkânları mevcut. Aslında oldukça çeşitli fon kaynakları bulunuyor. Ancak esas mesele hangi fonlara nasıl başvurulacağının bilinmesi ve başvuruların gerekli kriterleri karşılaması. Bu konuda gerek AB Başkanlığı, gerekse TÜBİTAK ve KOSGEB gibi kuruluşlar çalışıyor. Bunun yanında TOBB çatısı altında ve İKV olarak bilgi sağlıyor ve özel sektörün bu fonlardan yararlanması için bilgilendirme faaliyetlerinde bulunuyoruz.

AKDENİZ BÖLGE GÖREV GÜCÜ PROJEMİZ SES GETİRDİ

- İklim değişikliği ve dünyanın her ülkesini etkileyen dev doğal afetlere karşı önerdiğiniz Akdeniz Bölge Görev Gücü projesini biraz açar mısınız? Öneriyi açıkladığınız Ağustos ayından bu yana beklediğiniz ilgiyi bulabildiniz mi?

- Bu proje, yaz aylarında yaşadığımız orman yangınları ve sel felaketinden sonra ortaya attığımız bir fikre dayanıyor. İklim krizinin etkilerinin benzer şekilde hissedildiği ve iklime dayalı afetlerin artmakta olduğu Akdeniz havzasında ülkelerin bir araya gelerek afetlere karşı hazırlık düzeyini güçlendirmesi, önleyici çalışmaları koordine etmesi ve afet gerçekleştiğinde buna karşı destek sağlaması bu fikrin temelini oluşturuyor. AB’nin Türkiye’nin de dâhil olduğu Sivil Koruma Mekanizması gibi yapılar da benzer işbirliği faaliyetlerinde bulunuyor. Ancak AB Üye Devletleri ve diğer birlik ülkelerini ele aldığımızda birçok farklı iklim bölgesinin bulunduğunu görüyoruz. Oysa bizim projemiz coğrafi ve iklim özellikleri açısından benzer risklerle karşı karşıya olan bölgenin hem afetlere karşı işbirliğini güçlendirmeyi hedefliyor, hem de buna dayalı olarak iklim krizine karşı direnç durumunu geliştirmeyi amaçlıyor. Bu fikir ses getirdi ancak en önemli sorun Akdeniz havzasındaki ülkeler arasındaki siyasi ilişiklerin oldukça gergin olması. Bu durum teknik düzeydeki işbirliğini dahi etkiliyor.

RAPORDAKİ TESPİTLERİ DİKKATE ALMALIYIZ

- Son yayınlanan İlerleme Raporu’nda yer alan görüşleri nasıl karşılıyorsunuz?

- 2021 Türkiye raporu önceki senelerdeki gibi oldukça önemli eleştiriler içeriyor. Ayrıca geçen seneki raporda yer alan bazı önerilerin de hayata geçirilmesi mümkün olmadığı için bunlara da yeni bir perspektif getirilememiş. Raporun eksiklikleri mutlaka var. Ama üzerinde durduğu önemli noktalar da bulunuyor. Siyasi konulardaki eleştirilerin yanında, ekonomik gidişata yönelik uyarıların da dikkate alınması önemli. İKV olarak üzerinde durduğumuz önemli bir konu ise şu. Raporun içinde yer alan tespitler ve uyarıları dikkate almalıyız. Ancak Komisyonun üzerine düşen ve bu raporda göremediğimiz bir unsur, raporun Türkiye ve AB ilişkilerini canlandırmaya, katılım sürecini yeniden başlatmaya ve AB tarafından kaynaklanan sorun ve engelleri aşmaya yönelik herhangi bir öneri sunmaması. Bu konuda sadece eleştiri yapmanın ötesine geçerek, bu konularda nasıl ilerleme sağlanabileceği, AB ve Türkiye’nin nasıl daha iyi çalışabileceği, ilişkinin iki tarafın da yararına olacak şekilde nasıl güncellenebileceği konularına odaklanmak gerek.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106