Öne Çıkanlar KOSGEB BAŞKANI ÇOSB Kreş ve Gündüz Bakımevi GİRAY DUDA Türkonfed Asaf Savaş Akat Global Sanayici

GİRAY DUDA

İstanbul Finans Zirvesi, dördüncü yılında bakanlar düzeyinde büyük rağbet gördü. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek salona gelerek konuşma yaptı. Ayrıca Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, Borsa İstanbul da en üst düzeyde temsil edildiler. Ayrıca yabancı finans kuruluşlarının yöneticileri de dünya gündemi hakkında görüşlerini açıkladılar. Bu önemli toplantıda konuşulanları, Hükümet üyelerinin verdiği mesajları dikkatle izledik ve okurlarımız için topluca sunan tek yayın kuruluşu olduk. Öncelikle Finans Zirvesi’nin Danışma Kurulu Başkanı, İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Yülek ile ‘Global Sanayici’ adına zirveyi ve gündemi konuştuk.

HÜKÜMET DÜZEYİNDE YOĞUN KATILIM OLDU

- İstanbul Finans Zirvesi organizasyonunun kamusal yanı var mı? Neredeyse hiçbir toplantıda görmediğim kadar çok bakan bu toplantıya katılıp teker teker konuşma yaptı.

- Kamusal bir özelliği yok. Tamamen özel. Sağolsun bakanlarımız çok ilgi gösterdiler. Bu dördüncü toplantımız ve sayın Ali Babacan ve Zafer Çağlayan her yıl katılıyor. Borsa İstanbul Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, Hazine Müsteşarı, banka genel müdürleri de zirveyi sonuna kadar izlediler. Yurtdışından da bakanlar, Merkez Bankası, Hazine ya da banka yöneticileri geliyor.  Bu yıl da Dünya Bankası ve İslam Kalkınma Bankası temsilcileri geldiler.

İSTANBUL FİNANS MERKEZİ OLACAK

- Bu zirve, İstanbul’da temelleri atılan Finans Merkezi’nin fikirsel öncülüğünü üstlenen, ona hazırlamayı amaçlayan bir zirve midir?

- Çok doğru. Zamanlama olarak İstanbul Finans Merkezi ile bir paralellik oluştu. İstanbul’un finans merkezi olması için 2005’ten bu yana bir proje hazırladım ve gönüllü çalışmalar da yürüttüm. İstanbul bir ticaret ve siyaset kenti. Hükümetin İstanbul’u bir finans kenti haline getirmek istemesi de sevindirici.

İstanbul’un finans merkezi olmasının tanımı nedir? Benim açımdan tanımı, örneğin J.P. Morgan gibi bir bankanın Avrupa’daki operasyon merkezini ya da önemli bir bölgesel ayağını İstanbul’da kurmasıdır. Şu anda açıkçası henüz bu yok.

İSTANBUL’A TAŞINIRIM HA…

- Ama altyapı kurumları da yeni yeni ortaya çıkacak İstanbul Finans Merkezi’nin.

- Bence binanın hiçbir önemi yok. Çünkü İstanbul’da bina çok ve altyapı gayet iyi. Yeni havaalanı kuruluyor, internet altyapısı mükemmel. Mesela Londra ile ilgili tartışmalar vardı. Finans merkezi olma konusunda Fransa ile İngiltere arasındaki sürtüşmede bazı bankalar İngiltere’yi “biz çeker gideriz” diye tehdit ettiler. Hiçbiri de gidemedi ve şu anda artık konuşulmuyor bile. Böyle ortamlarda, birisi, “ben merkezimi alırım, Paris’e veya İstanbul’a götürürüm” diyorsa işte biz o zaman bir noktaya gelmişiz demektir. Şu anda bu yok ama İstanbul’un dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Ben yurt dışında iken İstanbul’daki gelişmeleri merak edip soruyorlar. Ama buraya gelip taşınmak istiyoruz anlamında değil.

Buna karşılık kamu tarafında bu eğilim var. Mesela Dünya Bankası, Bankacılık ve Dil Araştırma Merkezi’ni İstanbul’da kurmak istiyor. Bir-iki yıl önce Uluslararası Finans Kurumu (IFC) bütün bölge merkezini İstanbul’a taşıdı. İslam Kalkınma Bankası iki gün önce İstanbul ve Ankara ofislerini açtı.

Bunlar kamu kuruluşları sayılır. Bir önemli banka, “ben Paris’ten çıkıp İstanbul’a gelebilirim” diye konuştuğu zaman biz bir yere gelmişiz demektir. Bir de gelip açarsa o iş tamamlanmış anlamına gelir. Açıkçası biz onun bayağı uzağındayız.

FİNANSÇININ AKLINA GİRMELİYİZ

- Peki finans zirvesinin buna bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

- Bizce bir katkısı var. Ankara’da iki gün önce konuştuğumuz bir işadamı, “fabrikamda çalıştıracağım nitelikli sanayi işçisini Ankara’da bulamıyorum” diyor. Bu bir yerel yatırımcı. Böyle bir yatırımcı, ‘ben fabrikamı taşıyayım’ diye düşünürse aklına hangi iller gelir? Düzce, Çerkezköy, Manisa, Antep gelir. Ama onun aklına Kırşehir, Ordu, Giresun gelmez.

Bizim yaptığımız da bir yatırım çekme olayı. Biz İstanbul olarak insanların aklına girmeliyiz. Bunun için de o adamın turist olarak veya ciddi olarak İstanbul’a gelmesi lazım. Adam İstanbul’da bir iki finans toplantısına katılacak, birileriyle görüşecek. ‘Burası muhteşem bir yermiş’ diyecek. Bir süre sonra İstanbul’a gelme konusunu ciddi ciddi düşünecek.

BURASI DAVOS BENZERİ PLATFORM

- Her yıl farklı bir konu seçiyorsunuz. Bu yılki konunuz ‘Kalıcı büyümenin finansmanı’ olarak seçildi. Zirvenin ardından, bu konuda ortaya belli başlı neler kondu?

- Biz konferans bitiminde bir değerlendirme yapmıyoruz. Burası bir platform ve isteyen istediğini söylüyor. Davos da böyle. Platform oluşturmak önemli. Ancak bu platformlarda ortaya çözüm konmuyor. Çözüm, bizim dışımızdaki üst kuruluşların görevi.


Bu yıl neden bu konu seçildi? Amerika’nın düzgün olmayan bir büyüme performansı var. Amerika ‘ben kurtardım’ diyor. Gerçi iki gün önceki FED açıklaması, ‘o kadar da kurtarmamışım’ anlamına geliyordu. Ama yine de oradaki psikoloji Avrupa gibi değil. Avrupa’da hem çevre olarak hem de merkez olarak durum çok daha kritik. Konjonktür açısından sıkıntılı. Konjonktürel olmayan temel sıkıntıları daha da büyük. Makro ekonomik göstergeler açısından baktığımızda büyük problem görünüyor ve büyük bir olasılıkla bu yılı ekside kapatacaklar.

Biz büyük kriz sonrasında bu toplantıları başlattık ve her yıl bir şeyler bizim gündemimizi domine etti. Biz bu yıl danışma toplantısında, kalıcı bir büyümeyi ele almayı konuştuk. Örneğin yüzde 3 büyüdüysek ertesi yıl da aynı düzeyde büyümeliyiz. Avrupa, örneğin yüzde 1.5 düzeyinde büyümeli.

BÜYÜME MERKEZ BANKASI’NIN GÖREVLERİ ARASINDA

Peki kalkınmayı nasıl finanse edeceğiz? Ben kalıcı biçimde büyüyecek isem benim altyapımın finanse edilmesi lazım. Merkez Bankaları’nın görevleri içine bu yıl büyümeyi koyduk. Merkez Bankaları parasal istikrarı gözetiyor ama büyüme ne olacak, diye sorduk. Burada mesela Polonya çok ilginç bir şey söyledi. Biz, “enflasyon hedeflemesini çok esnek yapıyoruz” dedi. Yani enflasyon hedeflemesinden uzaklaştığını açıkladı.

BABACAN SEÇİM EKONOMİSİ OLMAYACAĞINI SÖYLEDİ

- Ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan’ın ne söyleyeceği merak ediliyordu. Uzun da bir konuşma yaptı. Önümüzdeki dönem için oldukça temkinli davranmak gerektiğini özellikle vurguladı değil mi?

- Ben şahsen çok olumlu buldum konuşmasını. Hepsi de temkinliydi dikkat ederseniz. Bu tip karar alıcılara sahip olmak daha iyi. Her şey iyi gidiyor demiyorlar. Sayın Babacan’ın da karakteri böyle zaten. Biz 2010-2011’de yüzde 9-10 büyüdük. Ali Babacan, ben her zaman yüzde 10’luk büyüme istemiyorum, böyle böyle gidersek arkasından daralmalarla karşılaşabiliriz, demişti. Hükümet kendisi frene bastı. Bu her zaman karşılaşılmayan güzel bir şey.

Babacan’ın iki önemli teması vardı benim dikkatimi çeken. Biz seçimlere gidiyoruz ama seçimleri kazanmak için açılmayacağız. Bütçe zaten gayet iyi gidiyor. İlk sekiz ayda 38 milyara yakın faiz dışı fazlamız var. Faizleri siz saptayamıyorsunuz. Önceden gelen ve sizin kontrolünüzün dışındaki faiz yükünüz var. Sosyal güvenlik de öyle. Ama Türkiye olarak ben frene basmışım ki 38 milyar lira fazla vermişim.

‘AÇILMAYACAĞIZ’ MESAJI OLDUKÇA OLUMLU

Öte yandan yatırımlar da sürüyor. On milyarlarca dolarlık üçüncü havalimanını, üçüncü köprüyü, demiryollarını yapıyoruz. Bu arada Türkiye’nin üzerinde başka yükler var. Yüzbinlerce insan Suriye’den Türkiye’ye geçmiş. Bu koşullarda gelen ‘açılmayacağız’ mesajı oldukça olumluydu.

İkinci önemli şey, Türkiye’nin kalkınabilmesi için bazı eksiklerimi tamamlamam gerekiyor. Yoksa ilerideki büyük hedeflerime ulaşamam. İktidar partisinden bir siyasetçinin bunu söylemesi benim çok hoşuma gitti.

Diyor ki, bu eğitim seviyesiyle benim ilk 10’a girmem zor. Eğitim çok önemli. Avrupa’da 12-13 yıla çıkarıldı. Bu konuda Mısır’dan iyiyiz ama Macaristan’dan, Rusya’dan  iyi değiliz. Bizim Almanya, Fransa ile yarışmamız lazım. Babacan’ın bu yılki konuşmasını çok beğendim.

FED BAŞKANI MANTIKLI KONUŞUYOR

- Zirveden biraz da sizin görüşlerinize geçelim. Zirvede en çok FED konuşuldu. Aslında FED’in ne söylediği aşağı yukarı belliydi. Son açıklamasında farklı bir şey var mıydı?

- Doğru söylüyorsunuz. FED’in açıklamaları bir sürpriz olarak algılandı. Bu haklı bir sürpriz algılamasıydı. İnsanların FED’in ilk kararını ne kadar yanlış algıladıklarını hatırlarsak bu son açıklama bir sürpriz oldu. Ben de size paralel düşünüyorum ve bunu da gazetedeki köşemde yazdım. Adam mantıklı bir şey söylüyor. İşsizliğim yüzde 6.5’un altına giderse ben bunu çukurdan çıkmaya başladım diye algılayacağım ve tahvil alımlarını azaltmaya başlayacağım, diyor. Enflasyon hedeflemesinin temeli iletişimdir. Bir şeyler söyleyip etkileyebildiğiniz anda piyasaya sıfır maliyetle bir şeyler yaptırabiliyorsunuz. Böyle biraz hokus-pokus tarafı da var enflasyon hedeflemesinin. Burada ciddi bir iletişim kazası geçirdi Amerika. Aslında kazayı FED yarattı ama maliyeti bütün gelişmekte olan ülkeler ödedi. Çok ciddi bir aşırı tepki verildi. Paralar çıkmaya başladı. Yerli ve yabancı yatırımcı da korktu.

İki nedenden dolayı yanlıştı. Birincisi, adam aslında bunu söylemedi. Bunu biraz düzeltmeye çalıştı. Karşı da çıkmadı. Karşı çıkmayınca, FED buna başlayacak inancı piyasaya yerleşti.

ABD BANKALARI VE ŞİRKETLERİ PARASAL AÇIDAN ÇOK İYİ

İkincisi Amerika piyasaya korkunç bir likidite yaydı. Likidite, dünyanın en büyük ekonomisinin bilanço büyüklüğünün neredeyse dört katına çıktı. Bunun büyük kısmı aslında Amerika’da kaldı. Şirketler borçlarını ödeyip yatırım yapmayınca nakit şirketlerin kasalarına yerleşti. Amerikan şirketleri parasal açıdan şu anda çok iyi durumdalar. Amerikan bankaları da iyi durumda. Ellerinde bedava para var. Birileri basmış vermiş. Piyasaya faizler düşük olduğu için çıkarmamışlar. Bunların bir kısmı dışarıya sızmış. Hem Amerika’ya hem de diğer ülkelere.

Bizim gibi ekonomiler küçük ekonomi. Amerika ayda 85 milyar dolarlık likidite çıkarıyor, bize 10 milyar dolar girdiği veya çıktığı zaman piyasalar allak bullak oluyor. Çıkışın durmasına rağmen dolar 2,05’lere yükseldi.

FED’in son açıklaması öncesindeki aşırı tepki, açıklama sonrasında aşırı olumlu tepkiye dönüştü. İkisi de fiktif olduğu için biz birdenbire çok kötü bir durumdan iyi bir duruma gelmiş olduk. O da yanlış bir olaydı.

DÜNYA EKONOMİSİNİ AMERİKA YÖNETİYOR

Üçüncü ve asıl önemli olan şey bizim gibi ülkelerde yabancı likiditeye bu kadar bağımlı olduğunuz zaman zaten hata yaparsınız. Bu, Brezilya, Hindistan ve hatta Rusya için bile geçerli. Bu şuna benziyor: Her ülkenin bir para otoritesi var ve otorite para politikasını yönlendirmeye çalışıyor. Direksiyonu sağa sola çevirerek yön vermeye çalışıyor. Amfibik araçlar vardır hani suda yüzebilen. Allah korusun birdenbire nuh tufanı gibi burası Amerika’dan gelen para ile dolarsa sizin aracınız yüzer. Ama başka hiçbir araç amfibik değil. Tekerlek istediği kadar dönsün, sizin direksiyonu çevirmenizin bir faydası olmuyor. Küçük ekonomilerin Merkez Bankaları buna benziyor. Sizin elinizdeki dünyayı ve kendi ekonominizi etkileyebilecek araçlarınız son derecede sınırlı. Böyle olduğu için bizim Merkez Bankası gibi tüm bankalar her türlü aracı kullanmaya çalışıyor. Ama maalesef şu anda hiçbir imkanı yok bu işin. Şu anda dünyada para politikasını üç ülke de değil sadece Amerika belirliyor. Japonya ve AB bile devre dışı. Adamlar, para vermeyi bırak, para vermeyi azaltacağım dediği zaman bile dünya allak bullak oluyor. Böyle bir ortamda nasıl para politikası yapacaksın?

O yüzden Polonya Merkez Bankası’ndan gelen hanımefendinin sözleri çok önemliydi. Biz esnek davranıyoruz, diyordu. Ben esnek davranıyorum diyerek dışarıdan gelen parayı sterilize etmeye çalışıyorum demek istiyor.

BUNA HOLLANDA HASTALIĞI DENİR

- Bu para bolluğunun yarattığı olumsuz etkiler neler?

- Bizde bunun negatif etkileri var özellikle sanayi sektöründe. Aşırı likidite, sadece Türkiye’de değil dünyanın her ülkesinde yerel paraları değerli hale getiriyor. Yerel paranın değerli hale gelmesi o ülkenin para politikasından ileri gelmiyor. İktisatçı gibi düşünürseniz o ülkenin parası değer kazanabilir. O ülkenin verimliliği arttığı zaman, bunun değer artışı haline gelmesi beklenir. Bir ülke daha çok çalışıp verimli hale gelirse parası değerleniyor. Ama kendi dinamikleriyle olursa. Bu, sanayici için çok önemli bir şey.

HOLLANDA HASTALIĞI NEDİR?

Ama burada farklı bir şeyle karşı karşıyayız. Dışarıdan gelen aşırı para, finans kuruluşlarının eliyle parayı değerlendiriyor. Bu da çok basit bir süreci başlatıyor. Sizin sanayinizin rekabet gücü azalıyor. Buna da “Hollanda Hastalığı” diye bir ad takılmıştı yıllar önce. Hollanda Hastalığı şudur. 1960’da bu ülkede gaz bulunuyor. Çok seviniyorlar. Bir süre sonra bakıyorlar ki ülkenin sanayisi gerilemeye başlıyor. Neden geriliyor sanayi? Size Suudi Arabistan veya Azerbaycan gibi aşırı bir likidite geldiği zaman ne yaparsınız? Size babanızdan bir petrol kuyusu kalsa ve her ay düzenli olarak iyi bir para aksa çalışmayı unutursunuz. Böyle bir durumda paranız değerleniyor. Sizin sanayi ürünleriniz yurt dışında dolar bazında daha pahalı kalıyor ve o fiyat rekabetini siz kaybediyorsunuz. Sanayi kuruluşlarınız da batıyor. Bu işte Hollanda Hastalığı’dır.

POMPALANAN PARA HER ZAMAN İYİ DEĞİDİR

Şunu da anlamamız gerekir ki Hollanda hastalığı sadece gaz-petrol bulunarak olmuyor. Dışarıdan size likidite pompalandığında aynı sonuçla karşılaşıyorsunuz. Amerika’daki Merkez Bankası başkanı parayı basıp piyasaya pompaladığı zaten sen önce ‘Allah’ım yarabbi şükür, para yağıyor’ diyorsun. Bir süre sonra senin kurun değerleniyor. Kur değerlenince, zaten senin ekonomin on yıllardır teknolojik dönüşümü yapamadığı için, katma değerli, marka ağırlıklı bir döneme geçemediğimiz için, harcıalem sanayi malları üretiyorsan, aynı ürünleri daha ucuza satanlar karşısında ya kardan feragat edeceksin ya da zarara gireceksin.

Nitekim biz 2007’lerde, krizden önce, kur artışından dolayı tekstilcilerde çok büyük sıkıntılar vardı. Adam herkesin üretebileceği ürünler üretiyordu. Sen bir de kurun darbesiyle karşılaşınca mal satamıyordun. Karın azalınca biraz katlanırsın. Zarara da bir iki yıl katlanırsın, sonra ben bu işi bırakayım dersin. Milyonlarca insan işsiz kalır.

ALMANYA EKONOMİSİNİN SIRRI

- Her parası değerlenen ülke Hollanda Hastalığı’na yakalanır mı? Biz yakalanmış olabiliriz bu Amerikan parasından dolayı.

- Her ülke Hollanda Hastalıpı’na yakalanmıyor. Mesela Almanya’da mucizevi ekonomi var şu anda. Parası, yani Euro aşırı değerli. Alman ekonomisi ise nispeten harika, ihracat ağırlıklı  bir dönemden geçiyor. Bunu nasıl yapıyor? Adamın piyasaya dikte ettirdiği, kabul ettirdiği fiyatlar öyle fiyatlar ki kurun değerlenme etkisini ekarte ediyor. Örneğin bir Alman arabası, Güney Kore arabasının diyelim ki 1.5 ya da 2 katına mal oluyor. Buna karşılık bir Alman arabasının fiyatı, Kore arabasının fiyatının diyelim 3 katı. Marka priminden dolayı bu fiyata satabiliyor. Dünyada bu dönüşümü yaşayan iki ülke var. Birisi İsviçre diğeri de Almanya. Kurunun da desteğiyle teknolojisinin yardımıyla dünyada mucize ekonomi yaratan bir de Kore var. Kore, Samsung gibi elektronik birkaç firma dışında marka bakımından üstün değil. Ama maliyetle fiyat arasındaki ilişki çok olumlu. Yeni, farklı ürünler ürettiği için mucize ekonomi halinde.

ANALİSTLERİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE OLUMSUZ ETKİSİ VAR

- FED’in açıklamasında, biz piyasaların beklentisine göre değil, verilerin gösterdiğine göre hareket ederiz, denildi.  Ben şunu öğrenmek istiyorum, finans kuruluşlarındaki binlerce analistin, piyasalarla ilgili her gün yaptıkları analiz ve değerlendirmelerin bizim gibi gelişmekte olan ülkelere olumsuz etkisi var mı?

- Elbette var.  Üç ayda dünyada ne değişti diye baktığımız zaman temelde hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Sadece para azalacak ve paranın azalacak olması insanları düşünceye sevk ediyor. Şu anda pratisyenlere, karar alıcılara, akademisyenlere de sorduğumuz zaman, finans piyasaları, sürü psikolojisinin hakim olduğu, spekülasyon imkanlarının sonuna kadar kullanılmaya çalışıldığı piyasalar. Yani bir kısmı manipülasyon, spekülasyon yapma derdinde. Bu bir realite. Bir kısmı, eyvah para kaybedeceğim, mallar elimde mi kalacak gibi endişeler içerisindeler. En son ortam da aynen bu şekilde. Kesinlikle aşırı bir tepki vardı Mayıs’taki FED kararına. Şimdikinde ise o aşırı tepki tamamen tersine döndü.

AŞIRI LİKİDİTE TAHRİP EDER

Eğer sağlıklı olarak düşünsek, hiç kaybedecek paramız olmasa, Amerika artık bu parayı durdur, bu kadar yeter, dememiz gerekir. Parayı çıkardın varlık piyasalarını şişirdin, güzel oldu ama bu ilelebet devam edemez. Ekonomin de artık düzeldi. Artık temellerine dön. Bana fayda sağlıyor gibi görünüyorsun ama aslında bana zarar veriyorsun aşırı likidite nedeniyle. Sen bu parayı yavaş yavaş çek, ben de yavaş yavaş normale döneyim.

Ama bu yaklaşım karar alıcı ekonomi birimlerinde konuşulmuyor. Biz parayı basalım, faizler düşüyor, borsalar ayakta duruyor, harika bir ortam ve biz böyle devam edelim deniyor.

SANAYİCİNİN ÇIKIŞ YOLU İHRACAT

- Sanayicilerin değerli TL istemesini bir türlü anlayamıyorum, demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?

- Sanayici kesimi Türkiye açısından çok önemli. Türkiye gibi büyük bir ekonomide, ne kadar uğraşırsanız uğraşın hizmet sektörünün ana kalem olması imkansızdır. Küçük ekonomilerde bu olabilir. Bizde de 40-45 milyar dolar hizmet ihracatı yapabilirsin. Bu büyük bir rakamdır ama Türkiye’ye yetmiyor. Türkiye gibi yurt dışından mutlaka ithalat yapması gereken bir ülke, petrolün yok, tarımın bazı alanlarında iyisin ama mutlaka ithalat yapman gerekiyor, maden ve metallerde çok güçlü değilsin. Her halükarda halkıma iyi bir yaşam seviyesi vermem için yurt dışından ithalat yapmam gerekiyor. Yurt dışından ithalat yapacaksam bu ithalatın gerektirdiği dövizi nasıl sağlayacağım? Japonya bu soruyu 1868’lerde sormuş. Kaynak bağımlısı bir ülke olduğuma göre yurt dışından benim ithalat yapmam gerekir sonucuna varmışlar. O zaman enerji, petrol bağımlılığı da bu kadar yoktu.

İTHALAT BAĞIMLILIĞINDAN KURTULMALIYIZ

Benim yurt dışından bir şeyler ithal edebilmem için yurt dışına bir şeyler ihraç etmem lazım ve bunun katma değerinin çok yüksek olması gerekir. Japonya bunu 1870’lerde düşündüğü için bir ihracatçı ekonomi olmuş. Şimdi benim Japonya’dan çok fazla bir farkım yok. Daha da kötü durumdayım çünkü enerjiye bağımlılığım var. Demek ki benim ihracatçı olmam lazım. İhracatçı olabilmem için aynı zamanda ithalat bağımlılığını düşürmem lazım. Bunun için de sadece son malları değil ara malları da benim üretmem lazım.

DEĞERLİ KUR, REKABETTE SANAYİCİYİ KÖSTEKLİYOR

Türkiye hem ara mallarında hem de birçok mamul malda fiyat rekabetinde kur tarafından köstekleniyor. Bunun farkında olmamız lazım. Şu soru çok basit. Ben ciddi miktarlarda ara malı ithal ediyorum. Bunlar nasıl mallardır ki ben bunu üretmiyorum. Türkiye’nin müteşebbisi mi eksik? Sanayicisi mi yok? Bu mallar çok mu ileri teknoloji ve ben bunları asla yapamayacak mıyım? Evet bazı mallar bu üçüncü kategoriye girer. Ama müteşebbisim, sanayicim var. Benim sanayicim, bazı malların üretimine girmek istemiyor. Çok basit bir sebepten dolayı. Sanayici bir malın üretimine fizibilite ile girer. İyi-kötü bir fizibilite yapar. Şu anda o malları yurt dışından getirmek, onları yurt içinde üretmeye göre hiç de fizibl gözükmüyor. Buradaki çok ciddi bir faktör değerli kurdur. Kur böyle aşırı değerli devam ettiği zaman Türkiye mütemadiyen ara malı ithalatçısı olmaya devam edecektir. Bu madde bağımlılığı gibi bir şeydir. Aşırı kur bağımlılık yapan bir hastalıktır. Aşırı kur insanları sanayicilikten uzaklaştırır. Aşırı kur demek, sizin Türkiye’de sağlayacağınız istihdamı Almanya’ya, İngiltere’ye vs. vermeniz demektir. Ama benim burada milyonlarca işsiz insanım var. Ben onlara ciddi maaşlar vereyim, kaliteli ürünler üreteyim.

Bu Türkiye açısından iki yönlü bir dönüşümdür. Birincisi uzun vadeli olarak 10-20 yıl vadeli bir planla gerçekten para eden malları üretmem lazım. Para etmeyenleri üretmemeliyim. Bu, tekstil vs. üretmeyin manasına gelmiyor. Tekstil üreteceğim ama kilosu 7 dolara değil tanesini 100 dolara satacağım. Her şeyi üreteceğim.

GÜNEY KORE’NİN YAPTIĞINI YAPMALIYIZ

İsviçre yeni bir şey üretmiyor. İsviçre’nin ürettiği malları dünyanın her ülkesi üretir. Ama İsviçre’nin farkı nedir? Aynı ürünü büyük bir marka primi ile satmaktadır. Bu da bir başarı. Ya bunu yapacağım ya da Samsung’un, LG’nin yaptığı gibi kimsenin yapmadığı ürünleri yapacağım. Ama bu büyük bir dönüşüm ve uzun vadeli. Kısa vadede aşırı değerli kurun bizi çok baltalayan etkilerini sıfıra indirmek gerekli. Şu anda 2.05’te mi? Tamam, orada kalsın. Niye ben bunu düşüreyim ya da düşürmeye çalışayım. Kime ne faydası var? Bana istihdam gerekiyorsa o kurun benim sanayicimi kösteklemeyen bir kur olması lazım. Aşırı değerli kur benim sanayimi vuruyor.

 

 


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106