Öne Çıkanlar KOSGEB BAŞKANI ÇOSB Kreş ve Gündüz Bakımevi Türkonfed GİRAY DUDA CEVAHİR UZKURT

‘Stratejik sanayi ürünlerinde kamu-özel ortaklığı kurulmalı’

GİRAY DUDA

Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, Piri Reis Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi. Marmara Üniversitesi’nde de dersler veriyor. Dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri çok yakından izleyen, bankacılık ve finans sektörünün temsilcilerine düzenli eğitimler veren Prof. Aslanoğlu’na bugüne ve yarına ilişkin ekonomik öngörülerini sorduk. Aslanoğlu ile röportaj yaptığımızda uçak düşürme olayı ve Paris İklim Zirvesi henüz yapılmamıştı.

- Sayın Aslanoğlu, dünya 2015 yılını nasıl geçirdi?

- Öncelikle büyüme açısından ele alacak olursak, dünya ekonomisi beklentilerin altında bir performans gösterdi. Uluslararası kuruluşların raporlarında bu yılın büyümesinin yüzde 4’ler olması beklenirken görünen o ki yüzde 3’ler düzeyinde kapatacağız. Yani daha aşağılarda bitecek.

Lawrence Summers’ın gündeme getirdiği Yapısal Durgunluk (Secular Stagnation) diye bir kavram var. Onun tezi gittikçe daha çok destek buluyor. Yapısal durgunluk dünyada gittikçe daha çok yerleşiyor.

Deflasyona ilişkin kaygılar vardı. Onlar çok azalmadı. Avrupa’da üretici fiyat artışları sıfır dolayında. Asya’daki birçok ülkede ekside seyrediyor. Fiyatlar düşecek diye sonuçta talep düşüşü oluyor. O baskılar devam ediyor.

Para politikalarında da bu yıl ABD Merkez Bankası FED’in normalleşmeye dönmesi beklenirken yıl sonuna geldik ama bu gerçekleşmedi. Büyük ihtimalle Aralık ayında bir faiz artırımı yapacak. Bu yıl 1.30’a çıkarmayı planlıyordu. FED kurul üyelerinin tahminleri bu yöndeydi ama 0.50’ye bile gelip gelemeyeceğini göreceğiz.

EKONOMİ KADAR POLİTİKAYI DA KONUŞACAĞIZ

- Yani yıllardır devam eden FED maceramız bitmeyecek öyle mi?

- Evet, bu büyüme olmadığı için, enflasyon tehlikesi bitmediği için FED faiz artıramadı. Avrupa Merkez Bankası, Çin, Japonya da para basmaya devam ediyor. Ama bir taraftan da başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin büyüme sorunları arttığı için kredi riskleri gündeme geliyor. Geçtiğimiz 10 yılda kredileri çok büyüyen bu ülkelerin kredi sorunları artabilir. Bu da bankalara bulaşabilir. Biz ona finans sektörüne bulaşması diyoruz. Sorunlu kredilerle bankaları tehlikeye atacak bir riskten korkuluyor.

EKONOMİ DIŞI FAKTÖRLER ÖNE ÇIKACAK

Geldiğimiz nokta şu anda kabaca böyle. Benim görebildiğim kadarıyla, 2015’in 2016’ya aktardığı bir unsur da Ankara’da ve Paris’teki terör saldırıları, gelecek yıl ekonomi kadar politikayı konuştuğumuz bir yıl olacak. Paris saldırıları sonrasında gördük ki teröre yerel, küçük olaylar gözüyle bakılırken, şimdi Avrupa alışılmadık güvenlik önlemleri almaya, Şengen’i tekrar tartışmaya başladı. Okullar, işyerleri kapandı. Bence bu durum 11 Eylül’ün bir versiyonu. 2016 yılından itibaren ekonomi dışı faktörlerin öne çıktığı bir dönem olacak diye de düşünüyorum.

SEÇİM OLMASA DA TL DEĞER KAYBEDECEKTİ

- 2015’i Türkiye seçimlerle geçirdi. Sonuçta ekonomik göstergeler açısından neler söylenebilir?

- Türkiye 2015’i bekleyerek geçirdi. Herkes yıl boyunca bekleyişteydi. Önce vadeli büyüme hedefleri gerçekleşmedi. Enflasyon ve büyüme hedefleri 5 olarak planlanmıştı, bunlar tutmadı. Bu yılki büyüme yüzde 3’ler civarında olacak ve enflasyon da 8’ler dolayında gerçekleşecek. Piyasaların kurlarla ve faizlerle ilgili tahminleri de altüst oldu. Bu yılki en kötümser tahminler dolar kurunun 2.45 olmasıydı. Şu anda 2.80’lerde ve 3’leri geçen bir yıl yaşadık. Dolayısıyla makro veriler ve finansal piyasalar tahminlerin ötesinde kötü bir dönem geçirdi. Tek başına değil ama seçimler bunların etkenlerinden birisiydi.



‘BEKLEYİP GÖRELİM’ YILINI YAŞADIK

Bütün dünyada ülke paraları beklenenden daha fazla değer kaybetti. Biz seçim yaşamasak da paramız değer kaybedecekti ve bunun enflasyona etkisi olacaktı. Seçim olmasa da büyüme de çok güçlü olamazdı. Ama seçimler olduğu için gerek tüketicide, gerekse üreticide ‘bekleyip görelim’ tarzı bir düşünce oluştu. Yatırımlar düştü. Dolayısıyla büyümeyi biraz aşağı çekerken enflasyon ve kurları da yukarıya çekti. Ne yazık ki büyüme iyi olmadığı için işsizliğin de arttığı bir yıl geçirdik.

G-20’DEKİ KARARLAR YAVAŞ UYGULANIYOR

- G-20 toplantılarını yakından izleyebildiniz mi? Kadınlar, gençler gibi alt birimleri de oluştu. Nasıl yaklaşımlar ve hedefler vardı G-20’de.

- G-20’de yıl boyunca katılımcılığı artıran bir strateji belirlenmişti. Gençlerin, kadınların, çocukların katıldığı, dünyada düşük gelirli ülkelerin de gözetildiği politikalar belirlendi. Bunlar doğru tespitler. Keşke dünya bunlara bir çare bulabilse. Pasta büyüyorsa bunlar keşke daha fazla pay alabilse. Ancak Paris saldırıları sonrasında toplandığı için terörün öne çıktığı ve bu gündemle anılan bir zirveye dönüştü. Terörle işbirliği konusunda ilk kez bir deklarasyon yayınlandı. G-20’de genelde güzel toplantılar oluyor ve güzel fotoğraflar ortaya çıkıyor ama pratikte çok yavaş ilerleyen bir oluşum.

GÜNDEM İKLİM, TERÖR VE GELİR DAĞILIMI OLACAK

Katılımcılık konusunda nasıl şeyler yapılacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz. Toplantılara iyiniyetli katılımlar oluyor ama sonuçları görmek gerekli. Bu arada Paris’te yapılacak olan iklim zirvesi çok önemli bir biçimde karşımıza çıkıyor. Küresel ısınmayı 2 derecenin altında tutabilmek hedefleniyor. Toplantıya Türkiye’den de mesajlar gitti. Bence G20’nin en önemli gündem maddelerinden birisi bu olmalı. Ekonomik anlamda para, maliye konuları değil de gelir dağılımı, iklim, terör konuları önümüzdeki dönemde başta gelen gündem maddeleri olacak.

ÖNCELİK CARİ AÇIK VE TASARRUF OLMALI

- Yeni Hükümet kuruldu. Ekonomi yönetiminde değişiklikler de oldu. Şimdi ekonomi kurmayları, hızlı yol alabilmek ve geçmiş zamanı telafi edebilmek için ne tür kararlar almalı, neler yapmalı? Herkesin sözünü ettiği yapısal reformlar neleri kapsamalı?

- Yapılması gereken, hepimizin söylediği yapısal reformların içlerinin doldurulması. Öncelikle Türkiye’nin cari açık meselesini çözmesi gerekiyor. Bu, uzun süre bizim gündemimizde olacak. Türkiye’de tasarrufların artırılması, bireysel ve toplumsal tasarruflardan binaların ve araçların akıllı olmasına kadar, finans sektörünün derinliğini artırmaya kadar çeşitli önlemler alınması gerekiyor.

İkincisi, Türkiye’nin alternatif enerjilere yönelmesi, enerji bağımlılığını azaltması yolunda adımlar atması lazım. Bütün dünya bu yönde hızlı ilerliyor. İklim değişikliği de bunu artıracak. Bizim hazır olmamız lazım.

KAMU - ÖZEL ORTAKLIKLARI GÜNDEME GELMELİ

Üçüncüsü, Türkiye artık daha çok üretimi konuşmalı. Türkiye’de üretimi nasıl destekleyebiliriz gibi ana bir sorun var. Katma değerden uzaklaşıyoruz yorumları geliyor. Ya da dünyada rekabet çok artıyor. Bizim Avrupa’daki pazarlarımız tehlikeye girebilir. İhracat pazarlarımıza başka ülkeler gelebilir. Türkiye’nin burada bir çözüm bulması gerekir. Türkiye bugüne kadar teşviklerle sanayisini desteklemeye çalıştı. Gerçi Doğu’da, Güneydoğu’da iyi teşvikler verdi ama pek de sonuç alamadı. Sonuçta Türkiye bu teşvikleri vererek bir kaynak kullanıyor. O teşvikleri başka şekilde kullanmalı. Bence kamu ve özelin ortaklıkları düşünülmeli. Dünya değişiyor, bazı şeyler öne çıkıyor. Örneğin geleceğin otomobilleri, insansız araçlar üzerinde duruluyor. Böyle yatırımlara özel sektörün girmesi zor. Ama mesela kamunun da ortak olduğu bir yapı ile Türkiye insansız araç üretiminde dünyada en azından bazı araçların yapıldığı bir ülke haline gelirse çok önemli olur. İşte burada kamunun desteğine ihtiyaç var. Bence yeni bir sanayi planlaması, sanayi stratejisi oluşturulmalı. Kamu da sermaye olarak ortak olmalı. Teşvikler yerine, bu paralar doğrudan işe yatırılmalı. Ama kamu da 5 - 10 yıl sonra, o endüstri bebeklik aşamasını geçtikten sonra payını özel sektöre devretmeli. Gerekiyorsa o dönemde başka bir yere yatırım yapmalı.



TEŞVİKLER KREDİLERİN SÜBVANSİYONUNDA KULLANILMALI

- Yani bir çeşit melek yatırımcı olmalı devlet öyle mi?

- Evet. Buradaki kritik soru, devletin o kararı nasıl vereceği. Hangi sektöre, kime destek olacağı kritik. Buradaki isteğimiz de bu kararın rasyonel, olabildiğince objektif olması, siyasetten arınması. Bunu da ancak, bağımsız kurumlarla yapabiliriz. BDDK, Rekabet Kurumu gibi. Kalkınma Bakanlığı’na burada çok iş düşüyor. Teknokratlar, üniversiteler, sanayiciler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ile Türkiye’nin önceliğini belirleyen strateji ve planlar hazırlayan ve bunu uygulayan bir yapılanmaya ihtiyaç var. Burada, herkesin,  kararlarda siyasi bir etki veya kamunun popülist düşünce içinde olmadığına inanması gerekiyor. O yüzden burada farklı bir yapı tartışmamız lazım. Yani sonuçta kamu-özel ortaklığının doğrudan üretimin içine girdiği bir yapı öneriyorum. Türkiye için bir ihtiyaçtır. Kaynaklarımızı böyle kullanmalıyız. Üretim maliyetlerini düşürmeliyiz.

KREDİ MALİYETLERİ DÜŞÜRÜLMELİ

Örneğin bankaların kredi maliyetleri düşmeli. Bankalar gerçekten fazla maliyet unsuru getiriyorsa onlar engellenmeli. Faiz değil, komisyon vs. ödemeler üzerinde durulmalı. Teşvikleri belki de kredilerin sübvansiyonunda kullanmalıyız. Ama bizim kesinlikle sanayiyi, üretim ve istihdamı düşünmemiz lazım.

BİRİNCİ HEDEF KAYIT DIŞINI ÖNLEMEK OLMALI

- Biraz önce söylediğiniz popülist yaklaşımlar sınıfına koyabileceğimiz bir tartışma sürüyor şu anda: Asgari ücretin 1.300 liraya yükseltilmesi. Seçimler arka  arkaya gelince vaatler de rekabete girdi tabii. Bunlar eski dönemleri hatırlatıyor gibi görünüyor mu size? Özelde veya kamuda sorun çıkarır mı?

- Burada dikkatli olmak gerekiyor. Ben de ücretli çalışan birisi olarak Türkiye’de ücretlerin yeterli olmadığını ve çalışanların daha çok ücreti hak ettiğini düşünüyorum. O anlamda buradaki sorunumuz şu. Bir kere bölgesel anlamda, verimlilik ve iş ilişkisini iyi kurmamız gerekiyor. İkincisi işvereni de düşünmemiz gerekiyor. İşverenin maliyeti çok yüksekse, artı bir yük geliyorsa o zaman üretim yapmaktan geri kalabilir. Bugün dünyada rekabet eden ülkelerin çoğu düşük ücretlerle buraya geliyorlar. Bu maalesef böyle. Aynı zamanda çocuk işgücü, kadın işgücü konularında ciddi sıkıntılar da yaşanıyor. Karşımızdaki rakipler böyle. Biz maliyetlerimiz ile bu rekabet gücünü yakalayamazsak ücret istediği kadar yüksek olsun, işyeri kurup yatırım yapamayız.

KRİTİK OLAN KAYIT DIŞI EKONOMİ

Burada bence kritik nokta şu. İşverenin üzerindeki vergi yükünü azaltmak gerekiyor. Sosyal güvenlik priminin yükünü azaltmak gerekiyor. Orada da bence Türkiye’deki sorun kayıt dışı ekonomi. Türkiye’nin vergi gelirleri ya dolaylı vergilerden geliyor ya da denetlenebilen kesimden geliyor. Oradan da yüksek oranda geliyor. Türkiye’nin, bu yeni bir keşif değil, vergi oranları olabildiğince düşük olmalı ve tabana da yayılmalı. O zaman sanayici daha az vergi verir ama işçisine daha çok ücret vererek, motivasyon ve üretim sağlar. Bence burada kritik olan kayıt dışı ekonomi ve toplanan verginin nasıl toplandığı meselesi. Maliyetler konusuna bu taraftan bakmak lazım.

ASGARİ ÜCRETTEKİ ARTIŞI DEVLET KARŞILAMALI

Kayıt dışı ekonomi Türkiye için büyük bir maliyettir. Bu öncelikle maddi bir maliyettir. Yeterli ve adil vergi toplayamıyoruz. Toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir. İnsanlar, niye ben veriyorum da o vermiyor diye sormaktadır. Türkiye’nin ödül ve ceza sisteminin iyi işlediği bir sisteme ihtiyacı var. Bence bu tartışmada kayıt dışı ve bu verginin nereden toplandığı önemli. Eğer ücret yükselir ve devlet bunu karşılarsa sorun yok. Ama yük işverene binerse işler değişiyor.

KUR RİSKİ FAZLA DEĞİL

- Önümüzdeki dönem için döviz-faiz beklentiniz nasıl?

- Türk Lirası bayağı değer kaybetti. Dünyada para çok, çünkü çok para basıldı. Eğer bir şey bolsa değeri artamaz. O yüzden bizim paramız da değer kaybetti. Bu nedenle kurla ilgili riskin görece az olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra kurların 3.5 - 4’lere uçup gitmesi olmaz değil, olabilir ama bu ihtimal azalmıştır. Ben, reel kura bakarak, bir dolar bir euro sepeti önümüzdeki dönemde  2.85 ile 3.10 arasında seyreder diye düşünüyorum. Risk artışına göre yukarıya, azalışına göre de aşağı doğru hareket eder. Enflasyon farkını da düşününce 3 ile 3.10 arasında dolar-euro sepeti olabileceğini tahmin ediyorum. Kısa vadede TL’de bir miktar daha değerleme olabilir ama bir yıllık dönemde bu seviyeleri korur. Jeopolitik risklerimiz artarsa ya da FED  çok güçlü faiz artırımları ile gelirse, finansal sistem bir fırtına ile karşılaşırsa daha olumsuz senaryolarla karşılaşabiliriz. Ama ben kurla ilgili riskin çok fazla olmadığı inancındayım.

Tahvil faizleri de ortada bir yerde, 9 ile 12 arasında olur. Şu an da 10.5 dolayında duruyor. Koşullara göre 1.5 puan artabilir veya düşebilir. FED’in yavaş gideceğini düşünüyorum. İçeride siyasetin daha istikrarlı gitmesi halinde faizlerde düşme ihtimali olacaktır. Ama olumsuz senaryolarda yükselme ihtimali var. Artma ve azalma olasılıkları yüzde 50 - 50 dolayında.



SANAYİCİNİN STANDARDI AVRUPA OLMALI

- İşinsanları, sanayiciler yeni dönemde nelere dikkat etmeli, nasıl davranmalılar?

- Türkiye, kısmen parası değer kaybetmiş, kişi başına gelirini düşürmüş bir ülke. Böyle kalmayacak. Türkiye ekonomisi de dünya ekonomisi de büyüyecek. Bir 10 yıl sonra Türkiye’de kişi başına milli gelir 15 - 20 bin dolar dolayında olacak. Nüfusu artacak ve daha büyük bir Pazar olacak. Doğru yerde yatırım yapanlar açısından her zaman karlılık sözkonusu olacak. Şuna dikkat etmek lazım. Deflasyonist bir dünyadayız. Deflasyon, sıfıra yakın bir faiz demektir. Yani para kazanmanın zor olduğu bir dünyadan söz ediyorum. Sıfır faizlerde, borsalar veya konut fiyatları hızla balonlar oluşturabiliyor. Balon oluşturan yerde de hızlı inişler olabilir. Dünya için de söylüyorum bunu. Bu ortamlarda para kazanmak kadar kaybetmemek de önemli. Finansal yatırımlarda çok dikkatli davranmalı. Dünya daha volatil olacak. Kaybetmemenin esas olduğu bir yatırım stratejisi izlenmeli. Orta vadede Türkiye yatırımların yapılabileceği, büyüme potansiyeli olan bir ülke.

İÇ DEĞİL DIŞ PAZAR HEDEFLENMELİ

İşadamları kendileri açısından doğru yönü ve stratejiyi belirler. Tecrübe ve öngörülerine inanıyorum. Yalnız dünyada rekabet artıyor. İç değil dış pazarı düşünmek lazım. İç pazar ara ara olumsuz olabilir. Hep Avrupa’yı hedeflemek gerekiyor. Referans noktası Avrupa’ya ürün satabilmek olmalı. Asya’ya Güney Amerika’ya da satsınlar ama bunun birinci ligi Avrupa. Avrupa’ya sattığımızı her yere satarız. Ama başka yere sattığımızı Avrupa’ya satamayabiliriz. Sanayici standardını Avrupa pazarına göre oluşturmalı. Onun için kendisini zorlamalı.

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106