Tüm dünyada sürdürülebilirlik konusu aldı başını gidiyor. Konu Türkiye’nin de gündemine oturmaya başladı. Bu yazdığım günlerde 28-29 Mayıs tarihlerinde Sürdürülebilir Markalar (Sustainable Brands) konferansı gerçekleştiriliyor. Eğer firmaların pazarlama uzmanları konuyu yakından takip etmeye başladıysa hazırlıklı olmak gerekiyor! Bu, bir fırsatın oluştuğunu anlamına gelir. Fırsat, dünyanın gündemine oturmaya başlayan bu konuda firmaların markalarını öne çıkartarak farkındalık yaratma çabası olarak ifade edilebilir. Bu da gayet normal bir durum. Fakat bir de madalyonun diğer yüzü var. O da yakın gelecekte söylediklerinizi yapmak zorunda kalacak olmanız. Bu söylemlerle devam ederken paralel olarak firmaların üretimlerinde de çalışmalara başlaması gerekiyor. Global Sanayici’nin Nisan 2014 sayısındaki yazımda da belirtmiş olduğum OECD sürdürülebilirlik göstergeleri bu açıdan önemlidir. 

Peki biz sürdürülebilirlik konusunda ne durumdayız? Aslında konferans programı bu soruya açık ve net bir cevap veriyor: Yabancılar konuşuyor bizler dinliyoruz. Buradan Türkiye’de anlatılacak pek bir şey olmadığı sonucunu mu çıkarmamız gerekiyor? Kesinlikle Hayır. Aslında özellikle sanayide yapılan örnek çalışmalar var. Fakat bunların sürdürülebilirlik ve marka ile olan ilişkisi henüz kurulabilmiş değil. Bizim belgeci, belge almayı seven bir kültüre sahip olmamızın da etkili olduğu söylenebilir. Peki mevcut durum ne zaman değişir? Sürdürülebilirliğin bir pazarlama argümanı değil, bir kültür olduğunun anlaşıldığı zaman. 

Sürdürülebilirliğin hesaplanabilir ve ölçülebilir, rakamlara dökülebiliyor olması gerekmektedir. Çünkü sürdürülebilirliği gündeme getiren sorun rakamlarla ifade ediliyor. OECD’ye göre 20.ci yüzyılda dünya nüfusu 4 kat artarken ekonomik büyüme 20 kat, fosil yakıt tüketimi ise 14 kat artmış. Bütün bunlar olurken doğal kaynaklara olan talep 2007 yılında senelik 60 milyar metreküp seviyesine ulaşmış. 1980 yılındaki tüketimimize göre yüzde 60, geçen yüzyıla göre 8 kat bir artış söz konusudur. 

Ekonominin doğal kaynakları nasıl kullandığı büyük oranda bu kullanımın getireceği çevresel yükleri de belirler. Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu sonuç sadece fosil yakıt ve mineraller gibi yenilenemeyen kaynakların kullanımı dolayısıyla değil, daha çok yenilenebilir kaynakların gereğinden fazla kullanılması ve yaşam döngüsü etkilerinden de dolayıdır. Bir başka deyişle hammaddelerin çıkartılması, nakliyesi ve kullanımı kaynaklı etkilerin hesaplanmamasıdır. Bu etkiler arasında su, biyokütle ve toprak gibi doğal kaynakların tükenmesinin yanında iklim değişikliği, hava ve doğa kalitesinin azalması da gelmektedir.

Zengin olduğu söylenen Türkiye aslında kaynak fakiri bir ülkedir. Mevcut nüfusuna belirli bir yaşam kalitesi sağlama kapasitesi yani biyo-kapasitesi açısından fakir bir ülkedir. Böyle olmasına rağmen birçok kaynağı ithal etmekte ve sürdürülebilir kaynak tüketimine yönelememekte, ortaya çıkan atıkları en iyi şekilde değerlendirememekteyiz. Bunun bir nedeni de hep yeniyi tüketmeye alışmış ya da seven bir toplum olmamızdan kaynaklanmaktadır. İçinde geri-dönüşüm malzemesi olan bir ürüne pozitif bakmıyoruz. Bu, firmalar için de böyle nihai tüketiciler için de. Geri dönüşümlü malzeme kullanımı ile gündemde olan plastik ambalaj sektöründe bile  durum bu şekildedir.  O nedenle sürdürülebilirliğin bir kültür haline geldiği durumda ancak hakkıyla sürdürülebilir olacağımız bilinmelidir. 
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106