GİRAY DUDA
Dünyada ve Türkiye’de teknolojik alanda atılan hızlı adımlar, sürdürülebilir enerji kaynaklarının tahmin edilenden daha çabuk ve verimli biçimde kullanıma girmesini sağlıyor. Rüzgar ve güneş enerjisi başta olmak üzere, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji üretiminin bugününü ve yarınını Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Canan Acar ile ayrıntılı biçimde konuştuk.
- Sayın Acar, sürdürülebilir enerji kaynakları açısından Türkiye’nin olanakları, zenginlikleri nasıldır?
- Sürdürülebilir enerji kaynaklarının ülkemiz için önemi çok büyük. Bunun nedenlerinden biri enerji arzımızın büyük çoğunluğunun ithal kaynaklardan sağlanması. Bunun yerine ülkemizde mevcut sürdürülebilir enerji kaynaklarını kullanmak enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomimizi güçlendirir ve enerji arz güvenliği sağlar. Bu noktada en güçlü iki aday olarak güneş ve rüzgâr enerjilerini görmekteyim.
GÜNLÜK GÜNEŞLENME SÜRESİ 7.2 SAAT
Ülkemiz, coğrafi konumu ve iklim koşulları sebebiyle güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye nazaran daha elverişli durumda. Avrupa ve birçok ülkeye göre Türkiye’nin yıllık güneşlenme süresi oldukça fazla. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 1966-1982 yılları arasında ölçülen güneşlenme süresi ve ışınım şiddeti verilerinden yararlanılarak Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmaya göre Türkiye'nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat, bu da günlük toplam 7.2 saate eşit. Türkiye'nin brüt güneş enerjisi potansiyeli yaklaşık 1000 TWh (terawatt saat) olarak belirtiliyor. Bunun 300 TWh’ı ısı ve 100 TWh ise elektrik enerji üretimine elverişli miktarlar. 1 TWh, 1 trilyon kWh’tir.
RÜZGAR POTANSİYELİ ZENGİN
Türkiye rüzgâr potansiyeli bakımından da oldukça zengin bir ülke. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği’nin (TÜREB) 2017 Temmuz verilerine göre rüzgâr enerji santralleri için kurulum gücü 2016 yılına göre yüzde 6.19 artarak 377.85 MW oldu. İşletmede ise bölgesel bazda bakıldığında başta Ege bölgesi, sonrasında Marmara bölgesi olmak üzere toplam 158 adet rüzgâr enerjisi santrali var.
SÜBVANSİYONLAR DOĞRU YÖNLENDİRİLMELİ
- Sürdürülebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi kavramı çok sihirli, heyecanlandırıcı bir yaklaşım. Ancak, bu tarz üretilen elektriğin toplam içindeki payı son 20 yılda yüzde 30’ları fazla aşamıyor? Bunun nedeni nedir? Eksiklikler nelerdir?
- Bunun en önemli nedeni dünya çapında fosil yakıtların hala sübvanse edilmesi. Uluslararası Enerji Ajansı raporuna göre fosil yakıtlardan üretilen elektrik dünya çapında hala 100 milyar dolardan fazla sübvanse ediliyor. Ancak yenilenebilir ve sürdürülebilir kaynaklara ayrılan bu miktarın altıda birinden az. Bunun için öncelikli yapılması gereken bu sübvansiyonların doğru yönlendirilmesi olacaktır.
Aslında dünyaya bakarsak gerçekten de çok heyecan verici gelişmeler oluyor. Şüphesiz, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının rolü hızla büyüyor. Bunda en önemli etmenlerden biri iklim değişikliği sorunu. Bilim insanlarının yüzde 98’i karbon emisyonlarının zararları ve insan kaynaklı iklim değişikliğine karşı fosil yakıtların bırakılması ve sürdürülebilir kaynaklara geçilmesi gerektiği konusunda hemfikir. Paris Anlaşması da ülkeleri emisyonları azaltma konusunda adım atmaya zorluyor. Bunun etkilerini dünyada görebiliyoruz. İzlanda’nın toplam enerji tüketiminin neredeyse yüzde 80’i yenilenebilir ve sürdürülebilir kaynaklardan. Norveç’te bu oran yüzde 66 seviyesinde. Bir başka örnek Danimarka, enerjisinin yüzde 43'ünü yenilenebilir kaynaklardan üretiyor ve yüzde 70 hedefliyor. Almanya, şu anda yüzde 25'ten fazla ve 2050’de yüzde 80 hedefliyor. Türkiye’de bu oran yüzde 20 civarında olsa da yerli ve yenilenebilir enerjinin payının artırılması ülkemizin enerji stratejisinde önemli bir madde.
ENERJİ DEPOLAMA KRİTİK ÖNEMDE
Yenilenebilir ve sürdürülebilir enerjiye geçişte ele alınan en kritik noktalardan biri enerji depolama. Güneş ve rüzgâr gibi kaynakların sürekli olmaması nedeniyle depolanması gerekmekte. Bu da büyük ölçekte güvenilir, düşük maliyetli, yüksek performanslı ve çevreye zararı en az olacak şekilde tasarlanan depolama sistemlerine ihtiyaç doğuruyor. Ayrıca sürdürülebilir enerjiye yatırım, enerji verimliliği ve tasarrufunu da kapsamalı. Yenilikçi çözümlerle enerjiyi üretme, depolama, taşıma ve kullanma şeklimizi temelden değiştirebilir ve sürdürülebilir enerjiye geçişi hızlandırabiliriz Ayrıca yatırımların fosil yakıtlardan sürdürülebilir kaynaklara yönelmesi için mevzuatlar ve teşvikler gerekmekte.
YARIN DAHA DA ÖNEMLİ OLACAK
- Dünyada sürdürülebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi ve kullanımının izlediği trend ne yöndedir? Sürdürülebilirliğin bugünü ve yarınını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Dünyada sürdürülebilir enerji konusunda müthiş bir ivme var. Fiyatlar son on yılda neredeyse yüzde 80 düştü. Bundan 40 yıl öncesine kıyasla baktığımızda durum çok daha çarpıcı. Bu süre zarfında küresel olarak rüzgâr enerjisi üretimi 0’dan 1429 TWh’a, güneş enerjisi üretimi 0’dan 724 TWh’a, hidroenerji 923 TWh’dan 4222 TWh’a çıktı. Yani son 40 yılda yenilenebilir enerjiden küresel üretim neredeyse yüzde 700 arttı. Bu ivmenin giderek artacağını ülkelerin emisyon azaltma taahhütlerinde ve enerji stratejilerinde görüyoruz. Sürdürülebilirlik bugün de önemli ama yarın daha da önemli olacak. Artık kaynaklarımızın kısıtlı olduğunu ve dünyaya verdiğimiz zararın bizi çok daha kötü etkileyeceğini biliyoruz. Enerji ve su kaynaklarımızı çok daha sorumluluk sahibi ve gelecek kuşakları da düşünerek kullanacağız.
Son yıllarda, uluslararası kuruluşlar sürdürülebilirlik alanında hızlı ve küresel ilerleme kaydedilmezse yaşanabilecek risklere dair pek çok alarm verdi. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler 2015 yılında 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı açıkladı. Burada 2030 yılına kadar ülkelerin üzerinde çalışacakları 169 ilgili sürdürülebilirlik hedefi var. Bu hedefler arasında yoksulluk ve açlığı sona erdirmek, temiz enerji kaynaklarının bol ve erişilebilir olmasını sağlamak ve iklim değişikliğini hafifletmek için hareket etmek var. Bu on yıl ‘Aksiyon On Yılı’ ilan edildi. Ben bu bağlamda gerçekçi ve ölçülebilir hedeflerle ülkemizde ve dünyada sürdürülebilirliğin hem öneminin hem de uygulama alanlarının genişleyeceğini düşünüyorum.
TÜRKİYE İÇİN GÜNEŞ VE RÜZGAR
- Türkiye için sizce en iyi sürdürülebilir kaynaklar hangileridir?
- Tanımına baktığımızda sürdürülebilir enerji, "gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneklerinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayacak" şekilde üretilen ve kullanılan enerjidir. Bu kaynaklara baktığımızda genelde dört seçenek görüyoruz: güneş, rüzgâr, hidroelektrik ve biyokütle. Bu kaynakların her biri yenilenebilir, ancak bu onları mutlaka sürdürülebilir kılmaz. Sürdürülebilirlik üç farklı parametre ile belirlenir: çevresel sürdürülebilirlik, sosyal sürdürülebilirlik ve ekonomik sürdürülebilirlik. Çevresel sürdürülebilirlik, çevreye zararı en aza indirmek anlamına gelir. Sosyal sorumlulukta çalışan güvenliğinden toplumların sağlık ve refahına kadar her konu hesaba katılmalı. Ekonomik sürdürülebilirlik de fayda maliyet esasına dayanır. Eğer bir yenilenebilir enerji santrali kurmak ömrü boyunca ürettiğinden daha fazla enerjiye mal oluyorsa, daha maliyetli oluyorsa, çevreye daha fazla zarar veriyorsa bu sürdürülebilir değildir. Bu bilgiler ışığında incelediğimizde ülkemizdeki en umut vaat eden sürdürülebilir kaynaklar güneş ve rüzgar.
MEVZUAT DÜZENLENMELİ
- Sürdürülebilir kaynaktan elektrik üretiminin Türkiye’de halkın günlük yaşamına girmesi, örneğin evlerin ve fabrikaların yaygın olarak güneş enerjisi ile elektrik üretimi yakın zamanda mümkün olabilir mi? Engelleri varsa nelerdir? Ne kadarlık bir sürede yaygınlaşabilir?
- Ben bunun yakın zamanda mümkün olacağını düşünüyorum. Özellikle güneş ve rüzgâr maliyetleri ciddi şekilde düştü ve mevzuatlarda önemli değişiklikler oldu. Bunlar çok güzel gelişmeler. Ama hala gidecek yolumuz var elbette. Örneğin kentsel dönüşümlerde ve diğer yeni binalarda güneş enerjisi en azından belli bir kurulu güce kadar zorunlu hale gelebilir. Şu an sadece lisanslı üreticilerden satın alabiliyoruz ya da kendi öz tüketimimiz için kendi çatımıza kendimiz panel kurmak zorundayız. Bu da günlük hayata girişi zorlaştırabiliyor.
UCUZ DEPOLAMA SIÇRAMA YARATACAK
Burada mevzuatlar uygun olarak düzenlenerek komşuda üretilen fazla elektriğin bir başka komşu tarafından satın alması bir çözüm olabilir, bireysel kullanıma yatırımları artırabilir. Enerji depolamanın gelişip ucuzlaması da sürdürülebilir kaynakların kullanımında büyük bir sıçrama yapacaktır. Bir başka hızlandırıcı da vergilendirmede değişiklikler ile elektrikli araç gibi fosil yakıt alternatifi sistemlerden alınan vergilerin düşürülmesi olabilir. Türkiye’de 2050’de yüzde 80 yenilenebilir ve sürdürülebilir kaynak kullanımını hedefleyen Almanya’dan daha fazla güneş ve rüzgâr potansiyeli var. Bundan en verimli şekilde faydalanmak ve fosil yakıt bağımlılığını ülkemizde en aza indirmek için gerekenler mevzuat ve yatırımlardaki değişikliklerdir. Bu değişiklikler ile biz de ülke olarak 20-30 yılda yaygın bir şekilde sürdürülebilir kaynakları kullanıyor olabiliriz.
ÇEVRE SORUNLARI YAŞANIYOR
- Sürdürülebilir enerji kaynaklarından hidroelektrik santrallerine ve jeotermal santrallerine karşı halkın tepkisi ve itirazları yaygın olarak sürüyor. Bunların nedeni yarattığı çevre sorunları mıdır? Nasıl önüne geçilebilir?
- Tüm enerji kaynaklarının çevremize etkisi var. Kömür, petrol ve doğalgaz olan fosil yakıtlar, hava ve su kirliliği, halk sağlığına zarar verme, doğal yaşam ve habitat kaybı, su kullanımı, arazi kullanımı ve küresel ısınmaya neden olan emisyonlar gibi birçok konuda çevreye yenilenebilir enerji kaynaklarına kıyasla önemli ölçüde daha fazla zarar vermektedir.
Çevresel etkilerin kesin türü ve yoğunluğu, kullanılan teknolojiye, coğrafi konuma ve diğer birçok faktöre bağlı olarak değişir. Her yenilenebilir enerji kaynağıyla ilişkili mevcut ve potansiyel çevresel sorunları anlayarak, bu etkileri önlemek veya en aza indirmek için adımlar atabiliriz.
HES’LER ISIYI ARTIRIYOR
Hidroelektrik enerji nehirler üzerine kurulan barajlarda üretilir. Rezervuar oluşturan tüm barajlar su sıcaklıklarını etkileyebilir, balık göçünü engelleyebilir ve nehirde yaşayan canlıları yaralayabilir, nehir akış özelliklerini etkileyebilir ve bulunduğu su kütlesinin genel ekolojisini etkileyebilir. Ayrıca, sera gazları rezervuarlarda oluşabilmekte ve sonuç olarak atmosfere yayılmaktadır. Hidroelektrik santrallerine sahip tropik bölgelerde ısınma çok daha yüksektir. Bu alanlarda bitki örtüsü barajlar nedeniyle sular altında kaldığında bitkilerde depolanan sera gazları ayrışır ve serbest kalır. Bu da bir sorun. Balıklar ve suda yaşayan organizmalar hidroelektrik türbin kanatları tarafından yaralanabilir veya öldürülebilir. ABD Enerji Bakanlığı, hidroelektrik santrallerdeki balık ölümlerini azaltmak için bir çözüm bulma umuduyla, balık ölümlerini yüzde 5-10’dan yüzde 2’nin altına düşürmek için çeşitli araştırmalara sponsor oldu. Balık merdivenleri ve giriş perdeleri balık göçünün engellenmesini önlemek ve balıkların barajların üzerinde veya etrafında hareket etmesine yardımcı olmak için çözüm görevi görür. Hidroelektrik santralleriyle ilgili bir diğer endişe de kuraklık.
JEOTERMAL SANTRALLER TARIMA ZARAR VERİYOR
Jeotermal santraller, gezegenin yüzeyindeki jeolojik sıcak noktaları delerek yerkürede depolanan jeotermal enerjiyi açığa çıkarır. Jeotermal enerji, fosil enerjiden daha sürdürülebilir ve çevre dostu olmasına rağmen, yine de suyun kalitesini, emisyonları etkilemekte ve küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır. Aslında, açık döngü jeotermal sistemlerden kaynaklanan emisyonların yaklaşık yüzde 10’u karbondioksittir. Bu miktar hala kömürün ürettiği enerjinin karbondioksit emisyonlarından önemli ölçüde daha az. Ancak asıl sorun yeraltı suları ve tarıma verdiği zarar. Jeotermal yeraltı sularını zehirleyebilir ve tarıma ciddi zarar verebilir. Bu riskleri bilerek hareket etmek gerekir.
HER YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAĞI HER BÖLGE İÇİN UYGUN OLMAYABİLİR
Sürdürülebilir kaynaklara geçerken hata ve riskleri en aza indirmek gerekiyor. Yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynakları halk sağlığını iyileştirir, emisyonları azaltır ve ekonomiye fayda sağlar. Fosil yakıtlardan tartışmasız daha verimli ve çevre dostudurlar, ancak bu kaynaklar da hala çevreyi etkilemektedir. Çevresel etkileri anlamak ve doğru yerlerde doğru kaynakları kullanmak gerekir. Her yenilenebilir enerji kaynağı her bölge için uygun olmayabilir. Bunların detaylı ÇED raporlarıyla analizinin yapılıp karara bağlanması gerekir.
GÜNEŞ ENERJİSİNDE MALİYETLER DÜŞTÜ
Güneş enerjisi son yıllarda bir patlama denilecek düzeyde yaygınlaşmış gibi görünüyor. Türkiye açısından önemi nedir? Gelecekteki yeri nasıldır?
- Türkiye, 2019 sonu itibariyle kurulu güç kapasitesi olarak 6 GW’ı yakaladı ve dünyada 13. sırada. Çin, ABD, Japonya, Almanya gibi güneş enerjisi kullanımına önem veren ülkeler, kurulu güç potansiyeli olarak ilk 4 sırayı paylaşıyor. Ülkemiz güneş enerjisinden toplam elektrik enerjisi üretiminde ilk 10’u zorluyor. Güneş enerjisi maliyetleri son on yılda neredeyse yüzde 70 düştü. Hesaplamaları incelediğimizde ülkemizde 1 MW kurulu güce sahip bir güneş santralinin geri ödeme süresinin beş yıla indiğini görüyoruz. Mevzuatlarda yapılan değişikliklerle lisanslı GES’lerden elektrik almayı seçebiliyoruz. Lisanssız olarak da elektrik öz tüketimi kapsamında herkes kendi tüketimi için çatı ve cephelerde üretim yapıp şebekeye satış yapabiliyor. Var olan potansiyelimizi ve bu konudaki gelişmeleri incelediğimizde, ülkemizde güneş enerjisinin toplam elektrik ve ısı üretiminde payının giderek artacağını görebiliriz. Bu konuda daha fazla düzenlemeyle binaların güneş paneli taşıması için güçlendirilmesi, zorunluluklar getirilmesi gibi mevzuatlarla yatırımcılar ve vatandaşlar güneş enerjisine geçiş için teşvik edilirse ülkemizin güneş enerjisi konusunda dünyada örnek ülkeler içinde olabileceğini düşünüyorum.
RÜZGAR ENERJİSİ POTANSİYELİMİZ ÇOK YÜKSEK
- Rüzgâr enerjisi de çok ilgi gören ve hızla büyüyen bir enerji kaynağı. Rüzgâr enerjisi açısından Türkiye’nin kaynaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- OECD ülkeleri arasında en yüksek rüzgâr enerjisi potansiyeline sahip olan ülke Türkiye. Teknik potansiyel bakımından Türkiye, Almanya’nın yaklaşık 7 ve İspanya’nın ise 2 katı daha fazla rüzgâr enerjisi potansiyeline sahip. 2019’da toplam 21.50 TWh elektrik rüzgâr enerjisinden üretildi. Türkiye bu üretim miktarıyla dünyada 11. sırada. Kurulu güce baktığımızda ise yine 2019 sonu itibariyle ülkemizde kapasite 7.59 GW ve dünyada 12. sırada. Burada bulunan ilk üç ülke Çin, ABD ve Almanya. Ülkemiz Almanya’dan çok daha fazla potansiyele sahipken toplam tüketimin yüzde 9’unu rüzgâr enerjisinden karşılayan Almanya’nın aksine ülkemizde bu oran yüzde 3 seviyesinde. Rüzgâr enerjisi ülkemizin enerjide dışa bağımlılığını ve sera gazı emisyonlarımızı azaltacak yegâne çözümlerden. Kaynaklarımız mevcut ve potansiyelleri yüksek. Bu konuda yapılan yatırımlara baktığımızda rüzgârın rolünün artacağını görüyoruz.
HİDROJENİN ÖNEMİ GİDEREK ARTACAK
- Yine temiz bir enerji olan Hidrojen enerjisi henüz gündeme çok fazla girmedi. Bunun nedeni nedir?
- Hidrojen bilindiği üzere bir enerji kaynağı değil, elektrik gibi bir enerji taşıyıcısı. Yani bir kaynaktan üretilmesi gerekiyor. Günümüze kadar sürdürülebilir hidrojen konusunda en önemli engellerden biri maliyetti. Ancak son 10 yılda yenilenebilir hidrojen maliyeti neredeyse yüzde 80 azaldı ve küresel elektroliz kapasitesi 55 kat arttı. Yani bu durum değişiyor. Önemli otomotiv şirketleri hidrojenle çalışan araçlarını piyasaya sürdü. Pek çok Avrupa ülkesinde hidrojenle çalışan kombiler pilot program olarak kullanılmaya başlandı. Hidrojenin artan önemine bir işaret de 2017 yılında 13 üyeyle kurulan Hidrojen Konseyi’nin 2020 sonu itibariyle 60 üyeye ulaşması. Bu üyeler arasında petrol devi şirketlerin olması çok dikkat çekici. Ülkemizde de İbrahim Dinçer hocanın kurduğu Hidrojen Teknolojileri Derneği bu konuda yoğun olarak çalışmakta. Önümüzdeki yıllarda hidrojenin önemi giderek artacak. Maliyetlerin düşmesi ve yüksek performanslı hidrojen depolama sistemlerinin geliştirilmesi ile hidrojen gelecekte gündemimizde olacak.
İKLİM KRİZİ GEZEGENİ ETKİLİYOR
- Karadeniz’de bulunan doğalgaz kaynaklarının kullanıma sunulması ülkemize ne tür faydalar sağlar? Kömürün yakıt olarak kullanılmasının sona ermesi için neler gereklidir?
- Karadeniz’de bulunan doğalgaz ülkemiz için enerjide dışa bağımlılık ve iklim değişikliği sorunlarında çeşitli faydalar sağlayabilir. İklim değişikliği üzerindeki en büyük etkinin artan sera gazı emisyonları olduğunu biliyoruz. Örneğin 60'tan fazla ülkeden 520 bilim insanı tarafından derlenen ve geçtiğimiz günlerde Amerikan Meteoroloji Derneği Bülteni'nde yayınlanan rapor, iklim krizinin gezegeni ve insan yaşamını nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bu rapora göre 2020 yılında;
- Okyanus sıcaklığı: tarihteki en yüksek ikinci seviyedeydi.
- Deniz seviyesi 8,.64 cm yükseldi.
- Sera gazları son 800.000 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.
- Kutuplar, kayıtlardaki en sıcak ikinci yılı yaşadı.
- Pek çok ülke sellerle boğuştu.
- Avustralya, Amazon ve Sibirya'da büyük orman yangınları yaşandı.
Tüm bu veriler küresel iklimin hızla değişmeye devam ettiğini ve bizlerin acilen önlemler alması gerektiğini göstermektedir. Bu önlem de sera gazı emisyonlarımızı acilen düşürmeye başlamak olmalıdır.
DOĞALGAZ, SERA EMİSYONUMUZU AZALTIR
Türkiye’nin enerji kaynağı kullanım ve sera gazı emisyonu verilerine baktığımızda bu rakamların ciddiyetini görebiliriz. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre 2018’de Türkiye’nin birincil enerji kaynak kullanımı şu şekilde dağılım göstermiştir; petrol (yüzde 29.2), doğalgaz (yüzde 28.6), kömür (yüzde 28.4). Yine 2018 sera gazı emisyonlarına baktığımızda görüyoruz ki bu emisyonların 169.19 milyon tonu kömürden, 116.92 milyon tonu petrolden ve 96.07 milyon tonu doğal gazdan gelmiştir.
Bu yakıtların aynı birim enerjiyi vermek için saldıkları emisyonlara bakarsak 1 GJ enerji vermek için doğalgaz yaklaşık 56 kg karbondioksit salarken bu miktar petrol için 73 ve kömür için de ortalama 100 kg karbondioksittir. Yani, 2018 verileriyle incelersek, o yıl kömür ve petrol yerine yalnızca doğalgaz kullanılsaydı emisyonlar toplam olarak yaklaşık 101 milyon ton azaltılabilecekti. Bu da emisyonlarımızı neredeyse yüzde 24 oranında azaltmamız anlamına gelirdi. Türkiye’nin Paris Anlaşması çerçevesinde sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 21 azaltacağı taahhüdü göz önüne alındığında, petrol ve kömür yerine bulunan doğalgazın ne kadar etki yapabileceği görülebilir.
DIŞA BAĞIMLILIĞIMIZI AZALTIR
Tuna-1 ile keşfedilen 320 milyar metreküpm doğalgazın ekonomik değerini anlamak için şu hesaplamayı yapabiliriz. Bu miktarda doğalgazın enerji miktarını metreküp başına 11 kWh şeklinde düşünürsek sadece Tuna-1 kuyusu Türkiye’nin tüm fosil yakıt (kömür, doğal gaz, petrol) ihtiyacını dışarıdan hiç ithalat yapmadan yaklaşık 5 yıl karşılayabilecek durumdadır. Türkiye doğalgazda yüzde 99, petrolde yüzde 94, kömürde ise yüzde 97 dışa bağımlı olduğu için bu bulunan miktar hem dışa bağımlılığımızı azaltacak hem ihracat için dışarı giden ekonomik kaynaklarımızı koruyacak, hem de kömür ve petrol gibi kirletici enerji kaynakları yerine doğalgaz kullanmamız sera gazı emisyonlarımızı azaltarak bizi iklim değişikliği konusunda öncü çözüm ülkelerinden biri yapacaktır.
Sürdürülebilirlik, bugünün yaşam kalitesinin düşmesine izin vermeden bu kaliteyi artırmaktır
-Sürdürülebilirlik nedir, nasıl tanımlarsınız?
- Sürdürülebilirliğin evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı yok. Aslında, bu kavram ve bunun nasıl başarılabileceği konusunda birçok farklı bakış açısı var. Tam olarak sözcük anlamına bakacak olursak sürdürülebilirlik belirli bir süreci, kaynağı veya durumu belirlenen durumda devam ettirebilmek olarak ifade edilebilir.
Bununla birlikte, günümüzde karşı karşıya olduğumuz çevresel ve sosyal sorunlar nedeniyle sürdürülebilirlik için ek ihtiyaçlar oluşuyor. Benim tanımımla en genel şekilde sürdürülebilirlik bugünün yaşam kalitesinin düşmesine izin vermeden ve bu kaliteyi ekolojik dengeyi gözeterek eşit ve adil olarak herkese sunmak, bunu yaparken kaynakları tüketmekten kaçınmak ve ekonomiyi de göz önünde tutmak demek.
- Sürdürülebilir yaşam felsefesinin toplum bilincinde oluşturmak için neler yapılmalıdır?
- Biz aslında toplum olarak sürdürülebilirlik kavramına o kadar uzak değiliz. Bizden büyüklerin, ninelerimiz, dedelerimizin hayatında bu bilinci görebiliyoruz. Hızlı tüketim ve atık üretimi Türkiye’de toplum hayatına son 50 yıl içinde girdi. Bu süreçte de giderek hızlanarak yaygınlaştı. Şu an kimse plastiksiz yaşamı veya 20-30 yıl boyunca aynı kıyafeti, mobilyayı kullanmayı hayal edemez. Ama bu bir zamanlar mümkündü. Bu eski alışkanlıkları yeniden “moda” yapabiliriz. Bu noktada en büyük görev eğitimcilere, karar vericilere, şirketlere düşüyor. Sürekli satın almanın, eşya veya kıyafet yenilemenin bizleri daha değerli kılacağı gibi bir algı var. Bunu değiştirmek hepimizin elinde.
Günlük davranışlarımızda ufak değişiklikler ile çok daha sürdürülebilir yaşam tarzı benimseyebilir, bunu da etrafımızla paylaşarak kendi çevremizde de farkındalık yapabiliriz. Yiyecek, su, enerji israfından kaçınmak, daha bitkisel temelli beslenmeyi tercih etmek, alışverişlerimizde çok daha bilinçli tercihler yapmak aslında çok küçük adımlar. Ama herkes bu küçük değişikliği yaptığında etkisi büyür.
Sürdürülebilirlik konusunda en etkili farkındalık oluşturma yöntemlerinden biri de doğada daha fazla zaman geçirmek. Çevremizdeki güzellikleri ve insanların buna verdiği zararı görmek doğaya daha az zarar verecek şekilde davranmayı sağlayabilir. Bu da sürdürülebilir yaşam felsefesini önce kendimizde oluşturur.
Herkesin kendi çevresinde sürdürülebilirlik bilincini artırmak için elinden geleni yapması gerekiyor. Sürdürülebilir bir yaşamın daha pahalı veya çok zor olduğu algısını eğitim, reklam, etkinliklerle kırmak gerekiyor. Bu noktada elbette politikacılar, tanınmış isimler, şirketler ve eğiticiler çok daha etkin rol oynayabilir. Ancak bizler de kendi ailemiz, apartmanımız, sokağımızdan başlayarak mahallemiz, hatta şehrimizin bilinçlenmesinde önemli rol oynayabiliriz.
- Toplumun sürdürülebilirlik alanında bilinçlenmesi konusunda yarar sağlayacak ne tür projeler vardır?
- Sürdürülebilirlik çok boyutlu olduğu için burada pek çok örnekler verebilirim. Örneğin, sosyal konularda erişilebilir, eşit eğitim hakkı konusunda çalışan pek çok sivil toplum kuruluşu var. Sosyal adalet olmadan gerçek bir sürdürülebilirlikten bahsedemeyeceğimiz için bu çok önemli bir nokta.
Bilinçlenme konusunda çevresel sürdürülebilirlik üzerine çalışan da pek çok topluluk var. Benim aklıma örnek bu konuda üniversitemizin çevre ve ekoloji kulübü geliyor. Öğrencilerimiz tamamen kendilerinin tasarlayıp hayata geçirdiği etkinliklerde pandemi döneminde uzaktan da olsa herkesin kendi sokağı, parkı, çevresindeki çöpleri toplamalarını sağlıyor. Bu, herkesin atık konusunda daha bilinçlenmesine yol açıyor. Bu, küçük gibi gözüken etkinliklerin aslında insanların bilinçlenmesinde ne kadar önemli rol oynayabileceğini gösteriyor.
Bir de sürekli yeni almak gerektiği algısını farklı etkinliklerle değiştirmek toplum bilinçlenmesinde önemli olacaktır. Eskimiş eşya ve giysileri mümkünse onarmak, değilse değerlendirmek, ihtiyacı olanlara iletmek tekrardan hayatımıza girebilir. İkinci el alışverişi yaygınlaştırmak, plastik alternatiflerini kullanmak, atıklarımızı en aza indirmek, kompost ve geri dönüşümü yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak da toplumsal bilinci güçlendirecektir.
- Sürdürülebilirlik konusunda sizin önerebileceğiniz projeler ve çalışmalar nelerdir?
- Sürdürülebilirlik konusunda önceliğimiz doğrusal ekonomiden döngüsel ekonomiye geçiş olmalıdır. Biz, sınırlı bir dünyada sınırsız büyümeyi hedeflerken şunu göz önünde bulundurmalıyız. Kaynaklarımız sınırlı ve biz bunları tüketirken aynı zamanda atık üretiyoruz. Plastik atıklarımız artık Dünya’nın en derin çukurundan en yüksek zirvesine kadar her yerde. Şu anki tüketimimiz ile ekonomik sistemimizin bütün insanlara eşit ve adil yaşam koşulları sağlayabilmesi için en az iki tane Dünya gibi kaynakları olan gezegene ihtiyacı var. Böyle bir imkana sahip olmadığımız için ilk yapmamız gereken temel sorunlarımızdan olan kaynak tüketip atık üreten doğrusal ekonomiyi bırakmak. Döngüsel ekonomide atıklar kaynak olarak değerlendirilir, bu hem çevresel etkimizi azaltır hem kaynak güvenliği hem de ekonomik sürdürülebilirlik sağlar. Yüzde 100 sürdürülebilirliğin en iyi örneği olarak insan eli değmemiş bir ormanı düşünebiliriz. Bu ormanda hiçbir şekilde atık oluşmadığı gibi doğal süreçler de tüm ekosistemi dengede tutar. Biz aslında pek çok alanda doğayı örnek aldık, almaya devam ediyoruz. Sürdürülebilirlik projeleri de en çok doğadan ilham alacaktır.