GİRAY DUDA
Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, güncel ulusal ve uluslararası ekonomik finansal gelişmeleri çok yakından izleyen bir akademisyen. Türkiye’nin son dönemdeki gerilimli, olumsuz ve kırılgan yönlerini, sürpriz verilerle sarsılan ekonomik gündeminin ayrıntılarını Global Sanayici adına Erhan Aslanoğlu ile konuştuk.
- Sayın Aslanoğlu, konuşacağımız pek çok konu var. Ama isterseniz yeni açıklanan ve büyük sürprizler taşıyan enflasyon verileriyle sohbete girişelim. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), Ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 2.30 arttı ve yıllık enflasyon yüzde 17.90’a tırmandı. Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) ise Ağustos’ta önceki aya göre yüzde 6.60 oranında arttı ve yıllık enflasyon da herkesi şaşırtarak yüzde 32.13’e ulaştı. Çift haneli enflasyon korkusunu yaşarken bir anda yüzde 30’ları aşan enflasyonla karşılaştık. Bu yüksek artışı bize yorumlar mısınız?
- Maalesef enflasyon yükselme eğiliminde. Türkiye’de enflasyonun en önemli nedeni, ithal girdiyi çok kullanmamızdan kaynaklanan kur artışı olarak gözüküyor. Bir maliyet enflasyonu yaşıyoruz. Son dönemde kurlardaki hareket, enflasyona güçlü biçimde yansıdı. İthal ürün ve ithal girdi kullanan sektörlere kur yükselişlerinin doğrudan yansıması enflasyondaki ilk etkenlerden birisi.
KUR ARTIŞI ÜFE’YE HEMEN YANSIYOR
- Yani ÜFE’deki büyük artışın nedeni kur artışı.
- ÜFE zaten bu konuda çok hassastır ve kur artışlarını anında göstergeye yansıtır. Kurun etkisini, o cari ayda, hemen endekste izleyebilirsiniz. TÜFE’ye yansıması da 3-6 ay arasında oluyor. ÜFE’ye o ay mutlaka yansıyor ama yansıma oranı ekonomideki çıktı oranına bağlı. Çıktı oranı, potansiyel üretim ile gerçekleşen talep arasında arasındaki farktır. Talep yetersizse çıktı açığı diyoruz. O çıktı açığı varsa ÜFE’deki artışın TÜFE’ye yansıması daha sınırlı oluyor. Şu anda öyle bir durumdayız. Mutlaka yansıyacak ama daha sınırlı yansıyacak. Çünkü ciddi bir talep yetersizliği var ve bu durum devam edecek gibi görünüyor.
ENFLASYONDA ARTIŞ BEKLENTİSİ
İkinci olarak da şunu söyleyebilirim. Bence fiyatlama davranışlarında değişiklikler var. Maalesef, enflasyonun düşeceği değil de artacağı biçimindeki beklentiler fiyatlama davranışlarına giriyor. Burada biraz fırsatçılık hareketi de görüyoruz. Mesela hizmet sektörünü ele alalım. Gelen rakamlar da gösteriyor ki hizmet sektöründe fiyat artışları çok yüksek. Tabii ki hizmet sektörü de yakıt kullanıyor, aldığı bir takım şeylerin fiyatları da artıyor ama bu sektör katma sektörü içeride en yüksek sektörlerden birisidir. Girdi kullanımı düşüktür. Yani fiyat artışlarını oranın en son yapması gerekir. Ancak bu sektörde diğerlerinden daha yüksek fiyat artışları olduğunu görüyoruz. Bu da fiyat artışlarına etkili oluyor.
FİYATLARIN BU KADAR OYNAK OLMAMASI GEREKİYOR
Gıda ürünlerinde de anomaliyi gösteren örnekler var. Fiyatı en çok artan ürünler arasında salçanın fiyatının yüzde 25 arttığını, en çok fiyatı düşenler arasında domatesin fiyatının yüzde 18 düştüğünü izliyoruz. İkisinin de aynı ayda olması gıdadaki anomaliyi gösteriyor. Bir ay sonra domates yüzde 18 artarken, salça yüzde 5 düşecek diye göreceğiz. Bunlar, bu kadar oynak olmaması gereken fiyatlar. O da etkiliyor. Enflasyonun artacağı beklentisi, geleceğe yönelik beklentilerin olumsuzlaşmasına neden oluyor ve enflasyonu tetikliyor.
ESKİ ENFLASYONU ÇAĞRIŞTIRIYOR
- Geçmişte yaşanan çok yüksek enflasyonun yeniden ortaya çıkması korkusunun bunda etkisi olabilir mi? Elbette bu enflasyonu hatırlayacak büyük bir kitle var.
- 2000’li yılların başından bu yana Türkiye görece düşük enflasyonla yıllarını geçirdi ama nüfusun önemli bir bölümü onu iyi hatırlıyor. O zamanki enflasyonlar çağrışım yaptırıyor ama umarız oradan geri döner.
- Yüzde 30’lar beklenen bir oran mıydı?
- Tam olmasa bile yüzde 28’ler dolayını bekliyorduk. ÜFE’nin yüzde 5 değil 4 oranında artmasını bekliyorduk. Sonuçta beklenen bir skala demek yanlış olmaz.
ENFLASYONLA MÜCADELE ZORLAŞTI
- Yüzde 30’un üstüne çıkılması herkeste bir şok etkisi yarattı değil mi?
- Maalesef çok büyük bir artış yaşadık. Bu, maliyetim bu kadar arttı, ben de yüzde 20 dolayında fiyat artışı yapayım gibi bir fiyatlama davranışı getiriyor. Tabii hizmet sektörleri başta olmak üzere. Bu davranış enflasyonla mücadeleyi zorlaştırır. Enflasyonla mücadeleyi zorlaştıran bir döneme giriyoruz.
DOĞALGAZ VE ELEKTRİK ZAMMI EYLÜL’E YANSIYACAK
- Yaz aylarında geleneksel olarak enflasyon düşük olur. Eylül ayında ise enflasyonun ciddi biçimde artması beklenir. Ağustosta bunu yaşadıktan sonra Eylül’de nasıl bir gelişme beklersiniz?
- Sanıyorum Eylül’de yüzde 2.5-3 dolayında bir enflasyon gelir. Geçen yıl yüzde 1’in altında, çok düşük gelmişti. Şu anda baz etkisiyle de bir anda yüzde 19-20’leri bulacak gibi görünüyor. Petrol, doğalgaz ve elektrik zammı, enflasyona zaten baştan yüzde 0.50-0.60 oranında katkıda bulunuyor. Mevsimsel etkiler var. Giyim sektörü canlanıyor, okullar açılıyor. Yani yüzde 20 gibi bir enflasyonla veya biraz üstüyle bir süre gideceğiz gibi görünüyor. Ondan sonra bu enflasyonu geriletebilmek önemli.
FAİZ ARTIŞI BEKLİYORUM
- Enflasyon açıklamasından hemen sonra, Merkez Bankası, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla gerekli tepkiyi vereceğiz, diye bir açıklama yaptı. Bu açıklama faizlerin artacağı biçiminde mi yorumlanmalı?
- Ben o metni okuduğumda faizleri artırma mesajı aldım. Çünkü duruşumuzu değiştireceğiz, diyor. Yani, burada durmayacağız, mevcut faizde durmayacağız demek istiyor. Önemli olan, ne kadarlık artış yapacak?
- Merkez Bankası’ndan en azından enflasyonla bağlantılı bir artış yapılması beklenmez mi?
- Doğru. Enflasyon, Temmuz ayı raporundaki öngörülerin hayli üzerine çıkıyor. Orada nasıl bir öngörü yapacak bu çok önemli. Şu anda faiz yüzde 17.75 ama üst bandı kullandığı için pratikte 19.25’lere geldi. Yani enflasyonla paralel giderse yüzde 20’nin biraz üzerine çıkmaya çalışacak. Tabii bu tartışmalı bir konu. Daha keskin bir mücadele için çok daha üstüne çıkması gerektiği de söylenebilir. Enflasyonu takip eden değil de enflasyonun önüne geçen, proaktif dediğimiz bir davranış beklenebilir. O artış Merkez Bankasına kalıyor. Tabii birçok faktör bunu doğrudan etkileyecektir.
MERKEZ BANKASININ KARARI ÖNEMLİ
- Enflasyon ve Merkez Bankası faizlerindeki artış ile kredi faizleri ile mevduat faizlerinin de yukarı doğru değişmesi beklenir mi?
- Onlar zaten arttı. Merkezin artırdığı faiz konusunda tereddüt olur da kurlar daha yukarı giderse piyasa faizleri daha da artar. Merkezin artırdığı faiz yeterli bulunursa, diğer faizlerde geçici bir artış olur ama daha sonra gerileyebilir. Yani faizler Merkezin attığı adıma bağlı olarak azalabilir.
KURUN YÖNÜ RİSK FAKTÖRÜNE BAĞLI
- Dövizde herkesin moralini bozacak, yukarı yönlü hareketler birbirini izliyor. Bugünkü fiyatlar dolarda 6.60 ve euroda 7.70 dolayında idi. Tırmanışlar aynen devam edecek gibi görünüyor. Siz ne diyorsunuz?
- Türk Lirası çok değer kaybetti. O yüzden normal koşullarda daha fazla değer kaybetmemesini bekleriz. Ama kuru etkileyen faktörlerde risk primi dediğimiz belirsizliklerden kaynaklanan siyasi, jeopolitik bir fiyatlama var. Dolayısıyla o risk algısı düşmez veya tersine artarsa kurda yine artış yönünde hareket görebiliriz. Ama risk faktörü azalırsa aşağı yönde hareket de görebiliriz. Burada Merkez Bankası’nın para politikası ve risk algısı etkili olacak. Merkez Bankası yüksek faiz artışı yaparsa risk algısı azalsa bile faiz düşüşü ve kur düşüşü zor olur. Ama, Merkez, faiz artırımı risk algısını düşürecek, siyasi ve jeopolitik gelişmelerle beraber götürürse kurda daha güçlü bir düşüş görebiliriz.
KURLAR AŞAĞIYA DA İNEBİLİR
- Aşağıya gidiş ihtimali de var öyle mi?
- Bence her iki yönlü hareket olabilir. Aşağıya inmesi, gerilemesi olasılığı da var. Bazı olumlu gelişmelerde ciddi bir değerleme yaşayabilir Türk Lirası. Ama onların da olması lazım. Özellikle siyasi, jeopolitik, diplomatik anlamda Türkiye’nin riskinin azaldığını gösteren gelişmeler çok önemli olacaktır.
IMF MECBURİYETİ YOK
- Eskiden sık sık gündeme gelen, ayrıntılı yol haritaları, eylem planları, ekonomik paketler hazırlanırdı. IMF ile anlaşmalar imzalanır ve her şeyin harfi harfine yürümesi için uzmanlar gözetime gelirdi. Buna gerek var mı, IMF ile anlaşma gündemde olabilir mi?
- Türkiye’nin bir yılda bulması gereken yabancı para, çevirmesi gereken borçla ticari açığın toplamı 240 milyar dolarları buluyor. Bu, oldukça büyük bir rakam. O yüzden bir kaynak ihtiyacı var. Ama buradaki kritik nokta, zaten borçların normalde çevrilmesinde sorun yaşamıyoruz. Maliyeti artıyor. Yani cari açık kadar bir kaynak gerekiyor. O paranın gelmesinde zorlanılıyor. Sonuçta 40-50 milyar dolarlık bir kaynağa ihtiyaç var. Normal koşullarda Türkiye 70-80 milyar dolarları bile piyasadan rahatlıkla bulabilir. Ama hem dünya ekonomisindeki gelişmeler hem de Türkiye’nin özel durumu o 40-50 milyar doları bulmakta sıkıntı yaratabilir. O durumda da bir kaynak ihtiyacı olabilir. Bu, IMF ile anlaşma biçiminde de olabilir, Katar örneğinde olduğu gibi AB, Rusya, Çin gibi birkaç kanaldan topladığımız 50-60 milyar dolar işimizi görür.
ORTA VADELİ PROGRAM BEKLENTİSİ
- Bir krediden mi söz ediyorsunuz?
- Kredi de olabilir, doğrudan yatırım da olabilir. Türkiye’nin bu kaynağı bulup bunu iyi kullanması gerekiyor. Kaynak gelecek ve Türkiye ekonomisini dengeleyecek. Türkiye’nin sürdürülebilir büyümeye geçiş için bir plana ihtiyacı var.
Mesela Orta Vadeli Program çalışması var. Ciddi biçimde, birçok kesimden görüş alarak hazırlanmaya çalışılan bir program görüyoruz. Orta vadeli program kredibl şekilde ortaya çıkarsa ve bunun finansmanı için de bir kaynak yaratılırsa, IMF olsun olmasın çok pozitif bir etki gösterir. Burada kritik nokta evin gerçeklerine uygun bir planlama, programlama ile gitmektir. Kısa vadede biraz sıkı para ve maliye politikasına ihtiyaç var. Orta vadede ekonomi yapısını değiştirecek, yüksek teknolojiye yönlendirecek bir değişim gerekli. Bunu nasıl başaracağız. Orta vadeli programlardan da bunun cevabını bulmaya çalışacağız.
İHRACATLA BÜYÜYECEĞİZ
- Ortaya koyduğunuz, gereken döviz miktarı içerisinde özel sektörün de ciddi bir payı var. Şu anda talep olmayan bir ortamda, kurların çok yükseldiği bir dönemde içeriye ne kadar satış yapabilir?
- Ekonominin ihracatla büyümesi gereken bir dönemdeyiz. Dünya ekonomisi de çok parlak bir dönemde olmadığı için ihracata dayalı büyümenin de bir sınırı var. Orada sadece mevcut yapıyı değiştirerek, normalin üzerinde bir talep yaratacak bir üretim pozisyonuna geçmemiz gerekiyor. O da çok kısa vadede olacak bir şey değil. Ama kısa vadeli değil diye de bırakmamalıyız.
Piyasalar matematiği iyi bilir. Türkiye’nin 5-10 yıl sonra o dönüşümü sürdüreceğini görürse onu satın alır. Yani 5-10 sene sonra Türkiye’nin ihracatının 400 milyar dolar olacağını görürse piyasa bunu olumlu fiyatlar. Biz bunu şöyle başaracağız sorunun yanıtını verebilmek gerekiyor. Bu kamu ile mi, kamu-özel sektörle mi, dış yatırımla mı başarılacak gösterilmelidir. Elbette bunun çok çeşitli alternatifleri vardır. Onun cevabını iyi vermek gerekiyor.
ÜRÜNLERİMİZ UCUZLUYOR İHRACAT ARTIYOR
- İhracat artarken ithalatın hızla azalmasını nasıl yorumluyorsunuz?
- Kurun çok yükseldiği dönemlerde iç talep azalıyor. İhracattaki artış şuradan geliyor. Dünya yavaşlıyor ama yine de belli bir büyüme hızı var. Bu arada paramızın değerinin düşmesi bizi görece biraz avantajlı hale getiriyor. Yani bu beklenen bir durum. Kurlar uzun süredir yükselme eğiliminde. Ama J eğrisi dediğimiz bir durum vardır. Kısa vadede cari açık, dış açık biraz kötüleşir ve sonra yeniden iyileşir. Şimdi o durumdayız. Şimdi o döneme J’nin üst tarafına geldik. Yani ithalat düşüyor, çünkü dış ürün artık bizim için pahalı. Talep düşünce firmalar makine, teçhizat almak istemiyor. Bizim ürünlerimiz ucuzladığı içinde ihracat artıyor. Bunu turizmde de görüyoruz. Türkiye ucuzladığı için çok sayıda yabancı Türkiye’ye geliyor.
İÇ TALEPTE YAVAŞLAMA
- İş dünyasında, ithalatın azalmasının karşılığını Merkez Bankası’nın Güven Endeksi ve İktisadi Yönelim Endeksinde görüyoruz değil mi?
- Beklentiler, siparişler ve taleplerde bir olumsuzlaşmayı görüyoruz maalesef. Güven endeksleri iç talepte yavaşlamaya sinyal veriyor. Reel kesim güveni de, tüketici güveni de, PMI verileri de bunu gösteriyor.
STAGFLASYON RİSKİ VAR
- İçinde bulunduğumuz dönemin bir adı var mı. Resesyon (durgunluk), stagflasyon (resesyon ve enflasyon) gibi tanımlama yapabilir miyiz?
- Şu anda rakamlara baktığımızda Türkiye ekonomisi büyüyor. Enflasyon da yukarı seyrediyor. Bu duruma bir yavaşlama, durgunluk diyebiliriz. Bu bir süre sonra bir stagflasyona doğru yönelebilir. Enflasyon artarken büyüme de eksiye giderse, potansiyel ve olası bir risk stagflasyondur. Şu anda bir durgunluk dönemindeyiz. Fakat bu durgunluk stagflasyona dönme riski taşıyor. Fakat şu anda bunu söylemek için biraz erken. Ekonominin eksi büyümeye gitmesi lazım ve enflasyonun da kalıcı biçimde yapışması gerekiyor. Şu andaki durumumuz İngilizce’de Slump dediğimiz bir durgunluk durumudur. Resesyonda eksi büyüme olması gerekir. Eksi büyümeye gidiyor gibi görünüyoruz ama henüz gerçekleşmedi. Bu nedenle şu anda slump dediğimiz bir durum var.
BÜYÜME 4’ÜN ALTINDA OLUR
- Bu durumda 2018 büyümesi ne olur?
- İyi bir programla yüzde 2-3 gibi bir büyüme gerçekleşebilir. Kontrol edilemezse daha aşağıda olabilir. Bu yılı yüzde 2-4 gibi bir oranda geçirebilirsek bu Türkiye için iyi bir sonuç olur diye düşünüyorum.
- Tabii ki bu olumsuz tablo sonuçta çalışan işçi sayısında da azalmaya neden olacaktır değil mi? Küçülen işyerleri ve işçi çıkaran işyerleri çok fazla.
- O yüzden istihdam ve işsizlikte bir sıkıntı yaşanacak gibi görünüyor. Büyümenin yüzde 7’nin altına inmesi, Türkiye ekonomisinde genelde işsizliği artırma eğilimi doğurur. Şu anda büyümenin söylediğimiz gibi aşağılara inmesi istihdamı maalesef olumlu etkilemeyecektir.
- İş dünyasının bir büyük sorunu da fiyat belirleyememesi. Enflasyon ve kurdaki sürekli değişmeler nasıl fiyat politikası izleneceğinde sorun yaratıyor.
- Bu tür dönemlerin en ciddi sorunlarından birisi de budur. Kurda dengenin, faizlerde istikrarın sağlanamaması üretim maliyetinin hesaplanmasına engel oluyor.
VATANDAŞ PANİK YAPMAMALI
- Böyle sıkıntılı dönemlerde vatandaş kendisini nasıl koruyup zarar etmemeli?
- Böyle dönemlerde, klasik olacak ama panik olmamak gerekiyor. Çünkü spekülatif haber ve açıklamalar da çok fazla yayılıyor. Bütün sektörleri kapsıyormuş gibi anekdotal bilgiler çok yayılıyor. Panik herkesi zarara sokar. Ne kadar temkinli olursak o kadar kazançlı çıkarız.
İkincisi, yatırım anlamında karar vermek çok zor ama Türk Lirası getirisi iyi bir konuma gelmiş durumda. Stopajların inmesi de olumlu. O yüzde Türk Lirası yatırımları korunacak alanlardan birisi. Tasarruf eğilimini olabildiğince yüksek tutmak iyi olur. Bunu çok uzatmamak da gerekiyor. Burada ekonomi yönetimine iş düşüyor. O güven kaybını yaratan nedenleri ortadan kaldırmak ve ekonomide normalleşmeyi sağlamaları gerekli. Bireysel olarak bir miktar tasarruf etmek ve açılmamak doğru olur diye gözüküyor.
DOLAR TAHMİNİNDE ZORLANIYORUM
Dolar alıp satmak zarara sokabilir. Şu anda dolardan sadece bunu çok yakından, düzenli izleyen traderlar kazanç sağlayabilir. Ama onların da zarar etme ihtimalleri çok yüksektir. Ben bir ekonomist olarak doları tahmin etmekte çok zorlanıyorum. Çünkü döviz bizim ekonomist radarımızın dışında bir alanda duruyor. O yüzden bir tavsiye vermek zor. Ama benim gördüğüm, teknik anlamda çok değer kaybeden bir Türk Lirası var. Ekonomi dışındaki faktörlerin normalleşmesiyle kur da daha normal bir seviyeye gelecek. Gerileme göstereceğini bekliyoruz ama bu daha yukarı gitmeyecek anlamına da gelmiyor. Kur çok kaotik hareket eden bir veri. Ama panik olmaya gerek yok. Ekonomiler bir şekilde düzelir.
ASIL GÖREV ŞİRKETİ AYAKTA TUTMAK
- İş dünyasının kendisini koruması için nasıl davranması gerekir. Geleceği görmenin ipuçları nelerdir?
- Bireyler gibi firma olarak da olabildiğince sakin kalmakta yarar var. İş dünyasına bir süre sonra nasıl yeniden dahil olurum diye sürekli hesap yapmak gerekir. Önümüzdeki bir iki ay içinde orta vadeli program, Türkiye’nin Avrupa ve Amerika ile ilişkilerine kadar önemli gelişmeler olabilir. Bugün düşündüğümüzden çok daha farklı, belirsizliklerin azaldığı bir yere de gidebiliriz. Ama bu biraz daha uzayacak gibi gözüküyorsa esas görev tabii ki firmayı ayakta tutmaktır. Küçülmek, nakit ve likit kalabilmek ve A, B, C planlarını yapmak, olabildiğince profesyonel danışmanlık almak gibi bir strateji benimsenebilir. Bu bir iki ay acele etmeden mevcut konumu sürdürmeye çalışmak yerinde olur gibi görünüyor. Sıkıntının artması durumunda, şirket sahipleri ve yöneticileri zaten en iyi yolun ne olduğunu herkesten daha iyi bilirler.
(NOT: Bu röportaj Ağustos 2018'de yapıldı)