GİRAY DUDA
Nişantaşı Üniversitesi, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Ökten’le, FED’in 50 baz puan faiz artırımına gittiği ve TÜİK’in enflasyonun yüzde 70’e ulaştığını açıkladığı bir günde global ve yerel enflasyon sorunlarını, beklentilerini konuştuk. Ökten, Global Sanayici’nin gündeme ilişkin sorularını şöyle yanıtladı:
- Zeynep Ökten hocam, yıllardır global ekonomide ABD Merkez Bankası (FED) ile yatıp kalkıyoruz. Ne yaptı, ne yapacak, ne zaman yapacak sorularını birbirimize soruyoruz. Sonunda, Mayıs ayı başında 50 baz puanlık beklenen bir faiz artışı yaptı. Bu konuda da çeşitli tartışmalar var. Sizce zamanlaması nasıldı? Gecikti mi yoksa uygun bir zamanda mı verdi bu kararı?
- Yaşanan pandemi süresinde ekonomideki aşırı durgunluğu önlemek için dünyanın her tarafında merkez bankaları faizleri aşağıya doğru indirerek parasal bir gevşeme yarattı. En yüksek oranlı parasal gevşeme de ABD Merkez Bankası FED’den geldi. Bilançosunu yaklaşık 2-2.5 katına kadar artırdı. Bunun enflasyonist etkisi olması zaten bekleniyordu. Çünkü para arzının hızlı artışı mutlaka enflasyonist baskı yaratır.
FED, bu ihtimal hakkında, ‘ben bu enflasyonun çok kalıcı olacağını düşünmüyorum. Merak etmeyin. Pandemi bitince sistem toparlanacak ve bu enflasyon da geriye gelecek’ dedi. Bu yaklaşımın mantıklı yanı da vardı. Resesyonu önlemek için faiz oranlarının düşürülmesi de makuldü. Zamanı gelince enflasyonla uğraşmayı planladı.
FED’in şimdi aldığı 50 baz puanlık faiz artırımının zamanlaması son derecede iyi. Şu anda ABD’de enflasyon yüzde 8.5’lara ulaştı. Yapışmaya başladığı da görüldü.
İŞSİZLİK TAMAM, SIRADA ENFLASYON VAR
Açıklanan 50 baz puanlık artış piyasaların beklediği bir artıştı. Bunu yapmak zorundaydı. Çünkü FED hem fiyat istikrarını hem de işsizliği hedefliyor. Önce işsizliği çözdü. İşsizlik oranı pandemi öncesindeki düzeye geldi. Şimdi de hedefinde enflasyon var. Bu nedenle faiz artışı yaptı.
Fakat bana göre ve pek çok ekonomiste göre burada esas önemli olan şudur. FED kendi politikalarına ilişkin olarak ve geleceğe yönelik olarak para politikasını ekonomiye, tüm dünyaya küresel anlamda o kadar yavaş, sakin, anlatarak hazırlıyor ki bu sözlü yönlendirme dediğimiz yöntemin etkisinin ne kadar yüksek olduğunu görüyoruz. Beklenen artırım olunca piyasalar buna tepki vermedi. Hatta dolar nisbeten gerilemeye başladı. Merkez Bankası olarak FED bize çok iyi dersler veriyor. Küresel anlamda ders veriyor.
MERKEZ BANKASI ŞEFFAF VE GÜVENİLİK OLMALI
- Resmen böyle bir görevi olmasa da dünyaya karşı olan etkisini ve sorumluluğunu bilerek ona göre davranıyor demek çok doğru herhalde. Dünya ülkelerini ve piyasaları yeni duruma hazırlamayı gayet güzel başardı.
- Merkez Bankalarının alacakları kararların öngörülebilir, şeffaf, güvenilir olması Merkez Bankası’nın kredibilitesi açısından son derecede önemlidir. Kredibilitesi yüksekse uyguladığı politikanın etkinlik düzeyi de yüksek olur. Böylece herkesin bu politikalara uygun adımlar atmasına sebep olur.
2013 yılında Ben Bernanke’nin birdenbire faiz oranlarını artırmasının küresel piyasalarda yarattığı etki son derecede olumsuzdu. Ama Powell ve ekibi bunu o kadar düzgün biçimde yürüttü.
Birçok ülkenin Merkez Bankası da FED’i takip etti. Örneğin Hindistan ve Brezilya Merkez Bankaları faiz artırdı. Hatta İsveç Merkez Bankası 15-20 yıldır ilk kez faiz artışına gitti. Küresel anlamda merkez bankalarının faiz artırım politikaları güttüğünü görüyoruz. FED Haziran ve Temmuz toplantılarında da yine aynı oranda faiz artışını duyurdu.
Dönem sonuna baktığımızda elbette yine bir negatif faiz olacak ABD’de. Enflasyonun ne kadar ineceğini şimdiden bilemiyoruz ama negatif bir faiz olacağı kesin.
ENFLASYON DURMAYACAK
- Öte yandan pandemi döneminde başlayan global çapta taşımacılık, navlun, tedarik sorunları sürüyor ve bir süre daha sürmesi bekleniyor. Bu ortamda enflasyonda hızlı bir düşüş olmasını bekliyor musunuz?
- Zannetmiyorum. Yıl sonuna doğru küresel ve ABD enflasyonu hangi düzeye iner bunu şimdiden söyleyemiyoruz. Bir yandan da Rusya-Ukrayna savaşı sürüyor. Avrupa Birliği ve ABD’nin Rusya’ya karşı yürürlüğe koyduğu ticari kısıtlamalar, ambargolar var. Rusya ise dünyanın 9’uncu ekonomik gücü. Doğalgaz, petrol ve tarımdaki büyük ihracat gücünün bu kısıtlamalar sonucunda piyasaları etkilemesi, fiyatları yükseltmesi kaçınılmaz. Emtialardaki artış sanki durmayacak gibi. Savaş bitse bile Rusya’ya karşı yaptırımların etkilerini fiyatların üzerinde görmeye devam edeceğiz. Enflasyon durmayacak. Maliyet yanlı bir enflasyonun yukarıya doğru çıktığını gözlemleyeceğiz.
AVRUPA’DA RESESYON KORKUSU
- Avrupa Birliği ülkelerinin de FED’in izinde giderek faiz artırımlarına başlamasını bekliyor musunuz?
- İngiltere buna öncülük edecek. Avrupa Merkez Bankası biraz daha temkinli hareket ediyor. Avrupa’da hissedilen durgunluk buna engel oluyor. Amerikan ekonomisi çok daha hızlı ve canlı hareket ediyor. AB’nin bu konuda tedirginliği var. Buradaki faiz artırımının yılın üçüncü çeyreğine sarkabileceği konuşuluyor. AB içinde bunun sözünün edilmesini de istemiyorlar. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde governorlere bu konuda yorum yapmamaları ricasında bulundu.
Avrupa ülkeleri Rusya’nın doğalgazına ve petrolüne çok fazla bağımlı. Buradaki yaptırımlar o ülkelerde ciddi bir resesyon kaygısı yapabilir. Avrupa’nın büyüme tahminleri de düştü. Bu düşüş, Avrupa’nın para politikası konusunda çok hızlı hareket edemeyeceğinin göstergesi gibi geliyor.
STAGFLASYON DAHA ÇOK TELAFFUZ EDİLİYOR
- Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası, 2022 yılı için hem global çapta büyümenin hem de ülkelerin büyüme oranlarının daha da düşük olacağını duyurdu. Bir yandan enflasyon da dünya çapında yakın zamanda görülmemiş oranlarda yükseliyor. Durgunluk, resesyon kaygısı kimsenin dilinden düşmüyor. Yani yüksek enflasyon ve durgunluğun yaratacağı bir stagflasyonun kapısında mıyız?
- Evet, bu ihtimali ciddi ciddi düşünüyoruz. Dünya Bankası ve IMF ekonomistleri de bunu yavaş yavaş dile getirmeye başladılar. Maliyet yanlı, arz tarafından gelen bir şok yaşıyoruz. 1970’lerin ortasındaki petrol krizi bizi ilk defa o zaman literatür açısından stagflasyonla tanıştırmıştı. Arzın geriye doğru kaymasına neden olan maliyetlerdeki yüksek artışlar stagflasyona sebep oluyor. Dolayısıyla emtiadaki, gıdadaki bu çılgın yükseliş bir zaman sonra hem resesyon hem de enflasyon buluşmasını küresel anlamda yaratacak. Tabii şu anda büyüme hedefleri aşağıya doğru çekildi. Negatif büyümeleri henüz yaşamıyoruz ama daha düşük büyüme ve yüksek oranlı enflasyonu yaşıyoruz. Enflasyonun olduğu yerlerde büyümenin daha yüksek olmasını bekleriz. Ama şunu gözlemliyoruz ki büyüme tahminleri aşağıya, enflasyon tahminleri de aşağıya çekiliyor.
Stagflasyon ihtimalinin dışında kalacak olanlar bizim gibi gelişmekte olan ülkeler. Türkiye uzun süredir hep öncelikle büyümeyi hedeflediği için, enflasyonu yaşayacağız ama büyümeyi de gözlemleyeceğiz.
CARİ FAZLA VERME İHTİMALİMİZ ZAYIF
- FED kararı sonrasında bizim piyasada dolarda çok yüksek artış olmadı. Dediğiniz gibi herkes bu kararı bekliyordu, kendisini hazırlamıştı. Bu da hedeflenen cari açık fazlasına ulaşamasa da daha da açığın büyümesi ihtimalini azaltabilecek gibi gözüküyor. Siz ne dersiniz?
- Şu andaki cari açık yıl sonu hedefi GSYİH’nin yüzde 5 düzeyinde. Bu da istenilen bir oran değil. Çünkü politika değişikliğinin hedefi cari fazla vermekti. Ama cari fazla verilmedi ve verilmeyeceği de gözlemleniyor. Hatta çifte açığa doğru gidiyoruz. Bir tarafta bütçe açığı ve diğer tarafta cari açık. Sistem daha da tıkanır duruma ilerliyor. Cari açık şu anda bizim için problem ve sürüyor. Doların TL fiyatı birkaç ay içinde 13’lerden 15’lere yaklaştı. Bu yükselmeyi dikkate almalıyız. Sonuçta cari açıkta fazla verme konusunda ben çok da umutlu değilim.
EKONOMİ YÖNETİMİ ENFLASYONU DEĞİL BÜYÜMEYİ DÜŞÜNÜYOR
- Enflasyon dev adımlarla ilerliyor. TÜİK’in Nisan verileri ÜFE’nin yüzde 121.82’ye ve TÜFE’nin ise yüzde 69.97’ye çıktığını ortaya koydu. Enflasyon şaşırtıcı biçimde yükseliyor ve toplumun her kesimi bundan çok rahatsız. Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, geçen hafta ASO Meclis Toplantısı’ndaki konuşmasında ‘Hiçbir şey yapmadan enflasyonun kendi kendine inmesini bekliyoruz’ dedi. Geçen onyıllarda yüksek enflasyondan çok çekmiş bu ülkede enflasyonun düşmesi için neler yapmak gerekiyor?
- ASO Başkanı çok haklı. Ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele politikası yok şu anda. Enflasyon çıktığı gibi inecek diye düşünülüyor. Ama bu iş böyle olmuyor. Çok ciddi bir çalışma yapmak gerekiyor. Enflasyona karşı dünyanın her yerindeki merkez bankaları sıkılaşmaya gitmeye başladılar. Biz bırakın parasal sıkılaşmayı bir yandan kredi dağıtıyoruz. Şu anda çok yüksek ve muhtemelen dünyada en yüksek negatif reel faiz veren ülkeyiz. Yüzde 14 ile yüzde 70 arasındaki fark. Artık politika faizi hiçbir anlam ifade etmiyor. Banka faizleri de enfasyonun çok altında. Bu durumun adı genişlemedir ve enflasyonu besleyen bir durum sözkonusu. Ekonomi yönetimi sadece büyüme sağlamaya çalışıyor. Ama bence enflasyonla hiç zaman kaybetmeden savaşmalıyız. Çünkü enflasyon tüm kötülüklerin anası, babası, her şeyidir.
Enflasyonla mücadele etmediğimiz süre içerisinde ekonomide daima başka sorunlar yaşanayacak. Şu anda hem cari açık hem de bütçe açığı yaşıyoruz. Devlet, firmalar, insanlar yüksek fiyatlarla borçlanıyorlar. Bu, sistemi bir süre sonra tıkanma noktasına getirecek. Cari açığın büyüklüğü dövizde artışa yol açacak. Sıkı bir enflasyon mücadele programı olmadan enflasyonu düşürmek mümkün değil.
TURİST GELİR AMA ÇOK KAZANAMAYIZ
- Cari fazla ile ilgili umut edilen döviz kaynaklarından birisi turizmdi. Rusya-Ukrayna savaşı bu beklentilere darbe vurdu. Turizm gelirlerindeki önemli azalma, cari fazla verme planlarını, hedefleri de olumsuz etkileyecek gibi gözüküyor.
- Ukraynalıların gelmeyeceği kesin olarak gözüküyor. Rus turistlerden gelen olur ama daha da azalır. Turizm sezonu başladı. Çünkü çok ucuz durumdayız. Danimarka’daki bir kişinin bir hafta tatil yapması 185 dolar dolayında. Yani turist gelir ama bizi memnun edecek rakamlara ulaşmak zor geliyor.
‘İstanbul’u Moda Merkezi yapmalıyız’
- Tekstilde küresel marka ve rekabet yaratamadık. Lüks moda giysileri yerine ucuz, orta halli ürünleri ihraç ediyoruz. Küresel markamız olmadığı ve İstanbul’u bir küresel moda merkezi haline getiremediğimiz sürece biz tekstilden istediğimiz katma değeri sağlayamayacağız.
- Sayın Zeynep Ökten, yoğun üniversite temponuz içinde bir de Moda ve Ekonomi kitabını yazdınız. Sizinle söyleşimizde modaya değinmemek olmazdı. Moda deyince çok geniş ve çok büyük bir sektörden söz ediyoruz değil mi?
- Tekstil sektörü insanlık tarihinde her zaman çok önemli bir yer tutmuş. İlkçağlardan itibaren baktığımız zaman insanların giyim kuşam için harcadığı para tekstili çok önemli, kazançlı bir sektör haline getirmiş. Ekonomide yarattığı değer de çok yüksek.
Ben bu kitabı neden yazmaya başladım. Dedim ki, tekstil bu kadar önemli, yani Türkiye’nin ihracatında yeri büyük ve istihdam kapasitesi de yüksek. Avrupa ve Amerika’da çok büyük tekstil markaları oluşturup büyük değerlere ulaşıyorlar. Tekstil ve moda ayrı şeyler. Tekstil ve hazır giyim hem üretim, hem ihracat açısından olağanüstü önemli. Fakat ben özellikle modayı incelemeye çalıştım. Çünkü moda kapitalizmle çok yakın arkadaş. Birbirlerini çok seviyorlar. Çünkü modada yaratıcı yıkım var. Çok kısa süre içerisinde, moda olan yeni bir şey bir öncekini yok ediyor. Birdenbire demode hale geliyorsunuz. Mesela 2022’nin yaz döneminde bol paça pantolonlar moda ise ilkbahardaki dar paçalı pantolonlar demode oluyor ve atılıyor. Kapitalizmin en sevdiği şey budur. Sürekli yenilenme, değişiklik.
MODA AVRUPA’NIN HAKİMİYETİNDE
- Moda, olup olmadığını bilmediğim Dünya Moda Konseyi gibi bir kuruluş tarafından belirlenmiyor değil mi? Nasıl oluşuyor global çaptaki moda akımları?
- Moda konusunda çalışanlar, Fransa Kralı 14. Loui dönemini modanın ilk ortaya çıkışı olarak kabul ediyorlar. 14. Loui, sarayda yaşayanlara yılda iki kere gardrobunu yenileme emri vermiş. Giysi her zaman vardı ama moda bir dolap giysinin yok edilip yenisinin getirilmesiyle ortaya çıktı.
Daha sonra Paris ve Fransa dünya modasının başkenti olmuş. Burada oluşturulan moda bütün dünyaya yayılmış. Çok uzun süre de bu hakimiyeti elinde tutmuş Paris.
18’inci yüzyılın ortalarında sanayi devrimi ile moda trendleri bütün Avrupa’ya yayılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi modacıların Amerika’ya gitmesi ile artık burası da moda merkezi olmuş. Bu arada Japonya’da da çok ünlü, iddialı modacılar var. Yine de Avrupa’nın modada bir hakimiyet yarattığını kesin olarak söyleyebiliriz.
KRİZ DÖNEMLERİNDE TEKSTİL BÜYÜYOR
- Moda, pandemi gibi krizlerden etkileniyor mu? Mesela son iki yılını nasıl geçirdi?
- Krizlerle tekstil sektörü birbirine çok bağımlı. İktisatçılar bunu daha önce de gözlemlemiş. Kriz dönemlerinde özellikle tekstil sektörü kendisini yenileyip canlanıyor ve bu istihdam açısından özellikle isteniyor. Kriz dönemlerinde tekstil büyüyor. Bizde de tekstil büyüdü.
KÜRESEL MARKA VE REKABET YARATAMADIK
- Türkiye’nin hazır giyim, konfeksiyon sektörünün ihracatı iyi gidiyor. Bu ürünlerde dünyaya örnek olacak, moda yaratacak özellikler var mı?
- Ne yazık ki çok yok. Marka yaratamadığımızdan dolayı örneğin İtalya ile karşılaştırdığımızda Türk tekstil sektörünün kilo başına geliri çok düşük. Küresel marka ve rekabet ortaya koyamadık. Lüks moda giysileri yerine ucuz, orta halli ürünleri ihraç ediyoruz. TL değer kaybettiği süre içerisinde şunu anladık ki pazarlık gücümüzü kaybediyoruz. Rekabetçi döviz kuru tekstil sektöründe çok da fayda sağlamadı. Küresel markamız olmadığı ve İstanbul’u bir küresel moda merkezi haline getiremediğimiz sürece biz tekstilden istediğimiz katma değeri sağlayamayacağız.