Dr. HİLAL ÜNALMIŞ
Mayıs ayının sonunda 11 günümü geçirdiğim bir ülkeye götüreceğim bu ay, bu sayfalarda sizi... Nereye mi? Kuzeydeyiz bu sefer, İsveç'te hem de beyaz gecelerdeyiz...
İstanbul'dan havalanan uçağım 4 saati tamamlamadan pilotumuz iniş anonsu yaptı... Arlanda Havalimanına iniyoruz. 5 arkadaş buluşacağız. İspanya'dan, Sırbistan'dan ve ABD'den gelenler benden önce havaalanındalar ve bir kafede beni bekliyorlar. Evsahipliği yapacak olan arkadaşımız İsveçli Tove aynı zamanda birlikte yürüttüğümüz “Sağlıkta Çoklu Kültür” projesinin başkanı... Çok eğlenceli bir toplantı olacağı belli... Uçaktan indiğim gibi Tove, telefonla beni arıyor ama benim onların oturduğu kafeye varmam biraz zaman alacak. AB vatandaşı olmadığım için ayrı bir kuyruğu girmem, pasaport polisinden geçmem gerekiyor.
GÖL KIYISINDA 11 YATAK ODALI EV
Neyse bütün işlemlerimi tamamlayarak valizimi de aldım ve ekip arkadaşlarımla buluştum... Kahkahalarla birbirimize sarılıyoruz... Stockholmdeyiz ama şehir içine girmeden havaalınından trene binerek Hallsberg'e gidiyoruz. Tove bize “otele gerek yok benim ailemden kalan evde konaklayacağız” dediği zaman bu evin, göl kıyısında kendi özel iskelesi, 3 salon 11 yatak odası, 2 büyük mutfağı, yemek odaları, şahane taş sobaları, çok sayıda banyo ve tuvaleti, büyük bir bahçesi , bahçesinde ayrıca kücük bir ev boyutunda yiyecek deposu olan yüzyıldan fazla Tove'nin ailesinin kullandığı bir ev olacağını düşünememiştim doğrusu.
Yolda tren penceresinden hem İsveç topraklarını ormanlarını, yerleşim yerlerini izliyorum hem de İsveç hakkındaki bilgilerimi tazeliyorum...Trende arkadaşlarımla yanyana oturmadığımız için İsveç-tren-ben başbaşayız.
İsveç Avrupa'nın kuzeyinde İskandinavya yarımadasının ortasında Finlandiya ve Norveç arasında 450.295 kilometrekare yüzölçümü olan bir ülke... 11 milyona yakın nüfusu var ve göçmen almaktan çekinmiyor. Zeten 4 milyona yakın vatandaşı sonradan İsveç'e göçen kişilerden oluşuyor.
KRALIN YETKİLERİ OLDUKÇA SINIRLI
İsveç’in başkenti Stockholm. Yönetim biçimi monarsi, krallık ile yönetiliyor gibi görünüyor ama meşruti monarsi...Konuştuğum İsveçlilere göre taç giyme töreni bile yapılmamış, yetkileri sınırlı kral 16. Carl Gustaf 1973'ten beri kral... Halk kralı ve ailesini seviyor gibi...Tarihi sarayda yaşamıyor. Ülkeyi parlamento ve seçilmişler yönetiyor.
Resmi dil İsveçce ama yerel başka diller de var. İsveç, her yıl en mutlu ülkeler anketinde ilk 10 içinde yer alıyor.
İnternet altyapısı çok çok iyi, 5G teknolojisi kullanıyor. Markalaşmayı seviyor, Dünyanın en ünlü markalarından bir çoğunun merkezi İsveç... Arabalarda emniyet kemerini ilk bulan ve kullanan insanlar İsveç’te yaşıyor. En sağlam araç, evde en kolay monte edilebilen mobilyalar, geri dönüşümden enerji yaratmak, ilk merkez bankasını kurmak yine İsveç'in ilklerinden...
YÜKSEK REFAH VE EŞİTLİK
Güvenli, özgür, refahı yüksek herkesin birbirine eşit baktığı bir ülke... AB üyesi ve son dönemde Türkiye'nin de onayı ile NATO üyesi oldu. Kimseye maaşını sormadım ama yaşanılan evler, arabalar, bir rahatlık içinde olduklarını gösteriyor. Ancak hayat pahalılığından yakınmalar da var... Özellikle öğrenciler için kiraların çok yüksek olduğunu çok duydum.
İsveç'te kaç üniversite varmış diye incelediğimde, dünyanın en eski üniversitesinin 1477'de Uppsala'da kurulduğunu öğrendim. Bu üniversite ile övünüyorlar. Bugün 27 üniversitesi var. Dünyadaki ilk 100 üniversite arasında 3 üniversitesi bulunuyor ki bu önemli bir başarı... Zorunlu eğitim de 1800'lerde başlamış.
NAKİT KULLANIMI MİNİMUM DÜZEYDE
Resmi paraları Euro değil, İsveç kronu. Ama daha çok kredi kartı kullanılıyor. Bu günlerde 1 kron, 4,17 TL... Şimdi farkında vardım ki elime hiç İsveç Kronu almadım. ben de hep kredi kartı kullandım... Ülke alışkanlıklarında 1 kron bile önemli...Geri dönüşümü çok önemsediklerini yukarıda yazdım ya işte özendirmek için bazı malzemelerin geri dönüşümüne katkıda bulunanların hesabına 1 kron yatırılıyor.
Ve sigara... Avrupa'da tutün kullanımında çok alt sıralardalar... İsveç’te sigara içenlerin oranı yüzde 6 diye açıklanıyor. Ama caddelerde gençleri elektronik sigara içerken gördüm. Bunu sayıyorlar mı bilemiyorum.
Bir de alfabesine göz attım, Latin Alfabesi'ndeki 26 harf aynen var ve 2 tane değişik aksanlı A ile bir farklı Ö harfi de eklenmiş. Böylece Türk Alfabesi gibi 29 harf olmuş...
MARIEDAMM... GÖL KIYISI…
Hallsberg'e varınca Tove'nin arabası ile evinin bulunduğu Mariedamm'a doğru yola çıktık...
İşte, göl, orman, mavi kömürler, geyikler ile süslü, kuzeyin “beyaz geceleri” içine girdim... İsveççe “Vita nätter” dönemi yani... Masal gibi...
Ama biz önce projemizi tamamlayacağız... Son rapor için, son tartışmaları son görüşmeleri yapacağız... Sonra beyaz geceler ve çevrenin büyüleyici atmosferi yaşanacak...Ve ekibimize Norveç'ten katılan bir arkadaş daha geliyor... 6 kadın, sadece yemek saatlerinde mola verip yoğun bir tempoda çalışıyoruz. İsveç sağlık çalışanlarından konuklarımız da oluyor, onları dinliyoruz.
Mariedamm'daki ilk gecemizde Eurovizyon şarkı yarışması da var... Taş soba ile ısıtılmış bir büyük salonda Eurovizyon şarkı yarışmasını da izledik. Norveçli arkadaşımız iddialı hatta elinde minik bir bayrak da var ama Avusturya kazanıyor... Uzun zamandır biz Eurovizyon'a katılmadığımız için bana da değişik geldi yeniden şarkı yarışması izlemek...
Bu arada ABBA grubunu hatırladım. İsveçli grup 1974 yılında birinci olmuş ve sonraki yıllarda bütün dünyada tanınmıştı. Doğrusu ben de ABBA şarkılarını severdim.
HAVA 24.00’DE KARARIYOR
Ve uykumuz geldi ama hava daha aydınlık... Çünkü beyaz gecelerin başlangıç dönemindeyiz. Gece 24.00 'e doğru hava kararıyor, gece yarısı 03.30 gibi de yeniden aydınlanıyor... Hava soğuk… Belki bu kadar soğuk olmasa, gece dışarı çıkıp göl kıyısında yürüyecek, bir etkinliğe katılıp beyaz gecelerin keyfine varacağız ama şahsen bana çok soğuk geliyor... Aynı şekilde Barselona'dan arkadaşım Dr. Teresa da üşüyor. “Biz Mediterranean'den geliyoruzzzz” diye Akdenizli olduğumuzu vurguluyoruz.
Orman ve Maden bölgesi
Ertesi gün çalışma molasında ormana geyikleri, tavşanları görmeye, maden sahasına gittik ve madencilerle öğle yemeği yedik. Bu madencilerden birinin, 25 yıl önce Türkiye'den giden madencilere eğitim veren ekipte olduğunu öğrendik. Bu bölgede mavi taş biçiminde kömür de çıkıyormuş. Mavi damarları olan 3 parça taş kömür, İstanbul'da şimdi çalışma masamın üzerinde duruyor. Boliden adlı madencilik şirketi bu bölgede ve kuzey teknolojisi ve mühendislik için çeşitli madenleri üretiyor, işliyor, teknolojide sürdürülebilirliği sağlıyormuş. Belediye ve bölge halkı bu şirketi seviyor ve destekliyor. Çünkü iş olanağı ve geliri yüksek sanırım.
Ormanlık bir arazide kurulmuş olan Mariedamm köyünde öyle bitişik nizam evler yok. İki ev arası neredeyse 1 km'ye yakın... Eski yıllarda geyikler, tavşanlar, turnalar ve başka bir çok hayvan evlerin arasında yaşarmış. Geyik sürüleri çok ilgi çekermiş ve ne yazık ki avcılar bu sürülerin azalmasına yol açmış. Biz gezimizde geyik sürüsü değil ama yine de 3 defa geyik gördük...Tavşanlar gördük, sevindik. “Moose Safari” diye şakalaştık... Ama ömrümde ilk kez dişisi için dans eden Turna gördüm canlı canlı... Gerçekten çok hoştu...
5 günümüz Mariedamm'da geçti. Yemek yediğimiz restoranlar, ahşap eşyalar, çevre gezileri, bizim grupla tanışmak isteyerek bizi evlerine davet eden komşular hepsi çok keyifliydi. Çeşitli ülkelerden gelip buralara yerleşenler de var içlerinde... Zaten İsveç nüfusunun bir bölümünü göçmenler oluşturuyor. Stockholm'e gideceğimiz gün hava biraz yumuşadı ve Halsberg istasyonunun önünde sadece kazakla bir fotoğraf çektirebildim.
Haydi Stockholm'e gitmeden önce genel olarak bir İsveç bilgileri vereyim... İsveç, Norveç, Finlandiya üçlüsü İskandinav ülkelerini oluşturuyor. Tarihte bir dönem birlikte olmuşlar, sonra ayrı devletler kurmuşlar... İsveç 200 yıldır savaşmıyor komşu ülkelerle barış içinde...
Trenle Stockholm'e vardık...Yine ziyaretler, görüşmeler var. Hava bana göre soğuk ama Stokholmü yaşamadan da dönmeyeceğim.
Viking Müzesi
İskandinav bölgesinde tarihte Vikinglerin yaşaması, korsanlık ve tüccarlıkla 11. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürmeleri, filmler ve bazı tarihi romanlar için iyi bir kaynaktır oluşturuyor. Filmlerde güçlü fizikleri, uzun sarı saçları, savaşçılıkları, ahşap gemileri ile betimlenirler. Şu anda da İsveç, Norveç, Danimarka, İzlanda ve Forea adalarında yaşayanların atası olarak Vikingler kabul edilirler. Stockholm'de bulunup da Viking Müzesi'ne gitmeden olmaz. Hem klasik sergi türü müzecilik hem de günümüzde ışıksız ortamda sergilenen ve objeleri yeni tarz görsel tekniklerle izlemek ilginç oluyor... Lunaparklardaki arabalar gibi bir arabaya biniyorsunuz, karanlıkta arabanız gidiyor, bir anda ışıklar yanıyor ve bir Viking köyünde kendinizi buluyorsunuz. Ani geçişler dönüşler, yükselen müzik sesi ürkütücü de gelebilir, çok eğlenceli de...
Bugün artık kullanılmayan bir Viking alfabesi de var... Müzede bir köşe alfabe köşesi... Ben de hemen hangi ses hangi işaretle yazılıyor öğreniverdim ve alfabenin bulunduğu tahtanın altına kendi adımı Viking harfleri ile yazdım. Sanırım müzeyi gezenlerin bir bölümü de benim yaptığımı yapıyor ve akşamları bu yazılar siliniyor ve tahta ertesi güne hazırlanıyor.
Viking kralının tahtına oturup fotoğraf çektirmek, bir Viking savaşçısı ile elele tutuşmak, Viking gemisine binmek müzedeki sıradan eğlenceler. Rehberimizin bir dünya haritası etrafında 1 saati bulan konuşması ise günümüzde hızla tüketmeye alışmış ziyaretçiler için sıkıcıydı... Laf aramızda ben de sıkıldım. Bu kadar detaylı tarih öğrenmek isteyenler kitaplardan okuyabilir ya da belgeselleri izleyebilirler diye düşündüm.
VE NOBEL AKADEMİSİ ÖDÜLLERİ MÜZESİ
Günümüzde Nobel adını duymayan yoktur herhalde. Her yıl fizik, kimya, edebiyat, ekonomi, tıp, barış gibi pek çok alanda dünya çapında ödül olan Nobel ödülü “Dünyayı Değiştiren Fikirler” sloganıyla veriliyor. Bir günümü de Nobel Prize Museum'da geçirebilir, müzede sergilenenleri inceleyebilirim.
Türkiye'den uzun zaman önce İsveç'e gidip yerleşen bir arkadaşımla buluştuk ve Nobel Ödülleri Müzesine gittik. Bina tarihi olduğu için çok katlı değil. Girişte arkadaşım ikimizin de emekli olduğunu söyledi. Herhangi bir kimlik istemeden beyana güvenerek indirimli bilet kestiler. Nereden başlasak derken önce Alfred Nobel'in kabartma resmi ile fotoğraf çektirenlere gözüm takıldı, biz de aynı eylemle başladık. İyi ki de bu fotoğrafı aradan çıkarmışız, biraz sonra kalabalık bastı ve benzer fotoğraf için kuyruk oluşmaya başladı...
Müzede benim ilgimi çekecek konular ve objeler çok abartılmadan sade şekilde sergileniyor. Nobel kazanan çok sayıda kişinin gözlükleri örneğin... Dalai Lama'nın gözlüğü en önde olduğu için onu net hatırlıyorum. Malala Yusufzai'nin kırmızı eşarbı, Walesa'nın üzerine çıkıp işçilere konuşma yaptığı çöp kutusu, bilim adamlarının el yazısı ile yazılmış mektupları, Afrika'da yürütülen sağlık kampanyalarındaki sağlık çantası, çocuklar için hazırlanmış sevimli laboratuvarlar gayet ilgi çekiciydi. Satış mağazasından da hem Fizik hem Kimya ödülü kazanmış olan Madam Curie'nin bir sözünün üzerinde yazılı olduğu bir bardak, bir bez çanta, kalemler, kitap ayraçları gibi hediyelikler aldım.
Alfred Nobel
Türk ve Türk asıllı olarak 3 kişinin Nobel ödülü aldığını hatırlarsınız. Türkiye kamuoyunda bu ödüllere çok sevinen olduğu gibi umursamaz görünen hatta eleştiren epeyce insan gördük. Ben yine de bu ödülü kazanabilmenin önemli olduğuna inananlardanım. Alfred Nobel dünyada dinamitin mucidi olarak biliniyor. Bu çalışmalar sırasında kardeşi dahil birçok kişinin ölümünü dahi yaşayan Nobel, soyadı ile bir ödül kurulmasını vasiyet etmişti. Bugün Nobel ödülleri dünyanın en prestijli ödüllerinden olarak kabul ediliyor.
Heykel sorunu
Tarihte bir dönem kahraman sayılan kişilerin bazı partilerce son yıllarda heykellerinden rahatsızlık duyuluyor bilirsiniz. İsveç kralları 12. Karl (Demirbaş Şarl) ve Gustav 2. Adolf'un heykellerinin şehir merkezinden kaldırılması, daha az görülebilecek yerlere yerleştirilmesi için 12 yıl önce bir girişimde bulunulmuş ama hala yerlerindeler gördüğüm kadarıyla... Şehrin merkezi yerlerine barış, özgürlük, hoşgörü, çeşitlilik ve dayanışmayı çağrıştıran simgeleri içeren heykellerin konulması gerektiğini ileri süren politikacılar ile tarihçiler tartışmışlar... Tarihçiler elbette kral heykellerinin bulunmasını isteyen taraf...
Tarihi krallık sarayının ve şu anda bazı bakanlıkların binalarının olduğu Royal meydanında çok sayıda heykel, gelen turistlere fotoğraflar için fon oluşturuyor. Bu bölge bir adacık... Eski şehir anlamı taşıyan Gamla Stan diye adlandırılıyor. Bütün tarihi binalar heykeller bu adanın içindeler. Nobel akademisi ve bazı dini yapıları da burada görebilirsiniz.
Şehrin başka yerlerinde heykel yok mu... Elbette var... İsveç asıllı Hollywood yıldızı İngrid Bergman'dan ufo'lara, göçmenliği betimleyen heykellerden mitolojik tanrılara çok çeşitli klasik ve modern heykel bizi selamladı...
DEMİŞBAŞ ŞARL
Bizim tarihimizde Demirbaş Şarl adıyla bildiğimiz kral 12. Karl'ın (Charles) heykelinin önünde bir fotoğraf çektirmek hoş olacaktı... Rusya ile yaptığı Poltova savaşında (Bugün Ukrayna sınırları içinde kalmış) yenilen ve yaklaşık 1500 askeri ile 1709 yılında Osmanlı İmparatorluğuna sığınan 12. Karl, 5 yıl kadar Osmanlı padişahı 3. Ahmet'in onayı ile burada yaşadı. Daha sonra Osmanlı-Rusya ilişkilerine zarar verdiği gerekçesi ile ülkesine gönderildi. Bu kral bazı görüşlere göre topraklarını genişletmek isteyen bir kahraman bazı görüşlere göre de sefalete yol açan yenik bir kral... Ben yorum yapmayacağım, tarihçi de değilim... Ama arkadaşlarımla birlikte Demirbaş Şarl'ın heykelinin önünde durduk kaidesindeki yazıyı okuyup bir fotoğraf çektirdik.
Sivil Toplum da genç sanatçılar da çok önemseniyor
İsveçte sivil yönetim ve sivil toplum çok önemli kabul ediliyor. 15 yıl önce kalp nakli yaşamış olan eski parlamenter Penilla Gunther'in kurduğu Fokus Patient adlı kurumu ziyarete gittik. Penilla gayet sağlıklı görünüyor. Aynı mekanda Citizens Affairs adlı sivil toplum da çalışmalarını sürdürüyor. 5000 sivil toplum kuruluşu ile ilişkide olduklarını söylediğinde biraz şaşırdım. Bu sayı hiç de az değil, yaptıkları toplantıları ortak çalışmaları anlatınca çok takdir ettim.
Ertesi gün bir nadir hastalık olan PBC için kurulmuş dernek hakkında bilgi almak için yine bir buluşmamız var. Konuşma sırasında dernek başkanının oğlunun modern dansçı olduğunu öğreniyoruz. Ve bizi ertesi akşam gösteriye davet etti. Tabii ki gittik. Modern dansta bütün duyguları art arta yaşamak mümkün... Güzel bir akşam oldu, hem de genç dansçılarla tanıştık...
Dünyanın öbür ucunda bile olsa İsveç toplumu her olayla ilgilenmek istiyor. Sanat çevreleri bu olayla ilgili sergiler açıyor toplantılar düzenliyor ve dikkat çekiyorlar. Ben de o sırada olan sergileri gezdim.
YEMEK Kültürü
İsveçte bulunduğum süre içinde hem ana hem ara öğünleri hiç atlamadan keyifle beslendim. Kahvaltı bir tören gibi... Sofraya neredeyse 10 çeşit peynir geliyor. Yeşillikler, turplar, her renk domates, biber ve meyveler zaten var. Salam çeşitleri yenildi, hatta benim için hindi salamı alınmıştı. Bir de çok sevdikleri tuzlu tereyağları var... Kocaman makinelerde kahve yapılıyor ve herkes en az 3 koca fincan kahve içiyor. Ekmek çeşitlerini sayamadım... O kadar çoktu. Bal tabii var ama bizim kahvaltılarımızda meyvelerden yapılmış reçel de yediğimizi söylediğimde inanamayıp gülenler oldu. Gereksiz şeker yüklemesi diye yorumladılar. Ama onlar çok severek tuzlu tereyağı yiyorlar... Bana biraz içine tuz katılmış margarin gibi geldi. Ben de onların tuzlu tereyağını “gereksiz tuz yüklemesi” diye yorumladım. Aaa bir de tuzlu dondurmaları var...Y edim biraz ama açıkcası sevmedim. Kaymaklı dondurma neredeeee, tuzlu dondurma nerede...
Mariedamm'a ilk gittiğimiz gün deniz ürünlerinden ve ekmekten özel olarak yaptırılan pasta gibi döşenmiş bir yiyecek sofraya gelmişti. Deniz ürünlerini sevdiğim için beğenerek yedim. Ülkede her bütçe için her türlü restoran bulabilirsiniz. Bizim gittiğimiz restoranları sayarsam, İtalyan, Vietnam, Moğolistan da diyeceğim. Hepsinde de bizim kültürümüze uygun tatta yiyecek buldum.
Dr. Tove
Size biraz da İsveç'te bize ev sahipliği yapan sevgili arkadaşım Tove'den söz etmek isterim ama o birkaç paragrafa sığmayacak ölçüde dopdolu bir kadın... Emekli öğretim üyesi, yazar, sivil toplum lideri, anne hatta büyükanne, 9 dil konuşan ve daha birçok sıfatı olan bir çağdaş kadın... “Kuzey Burnu ve Cebelitarık Boğazı arasında Özgür Ayaklar Üzerinde” diye tercüme edebileceğim kitabın ve daha birçok kitabın yazarı... Tove, o dönemde 11 yaşında olan oğlu ile yürüyerek evet sadece yürüyerek, sırtlarında eşyaları ile bir maceralı yolculuk yaşamışlar. Bu yürüyüş 1983-84 yıllarında; 1 yıl, 3 ay sürmüş ve 400 sayfalık bir kitap yayınlanmış. Onunla arkadaş olduğum, aynı projelerde çalıştığım için kendimi şanslı sayıyorum. Tack tack Tove...
İsveç'e indiğim andan itibaren merhaba ve teşekkür ederim demeyi öğrendim... İkisi de kolay. Hej, merhaba demek ve Hey diye söyleniyor... Teşekkür ederim ise Tack ve Tak diye seslendiriliyor... Dönüşümde İsveççe 20 -25 kelimeyi ögrenmiştim artık...
Puss Puss İsveç ve puss puss İsveçteki dostlarım...