Her yıl milyonlarca sayıda artarak, modern toplumların, ulaşımdaki trafik sıkışıklığı açısından kabusu haline gelen kara taşıtlarının, dünyamızın kabusu durumundaki emisyon artışlarındaki payının azaltılması, enerji verimliliği sağlanması için çok önemli bir akademik çalışma yapıldı. İş dünyasını da çok yakından ilgilendiren bu araştırmanın ayrıntılarını, çalışmayı hazırlayan ekibin başkanı, Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Seniye Ümit Oktay Fırat ile konuştuk
- Sayın hocam, bu çalışmaya nasıl başladınız ve neyi amaçladınız?
- İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, sürdürülebilirlik konusunda çeşitli çalışmalar yapıyor. Binalarda enerji verimliliği, iş sağlığı ve güvenliği konularını ele alıyorlar. Taşıtlarda Enerji Verimliliği de bu kapsamda ele alınmış durumda. Üyelerinin ve iş dünyasının diğer aktörlerinin katılımı ile bir panel düzenleyerek enerji verimliliği hakkında neler yapılabilir diye tartışılmış.
Taşıtlarda enerji verimliliği deyince çok dar kapsamlı düşünülüyor ama aslında boyutları çok büyük. Bir kere sera gazı emisyonlarının en önemli bileşenlerinden birisi karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonları da karbondioksit eşdeğeri olarak ölçümleniyor. Bu hepimiz için çok ciddi bir tehdit. Dünyanın bir çok ülkesinde, Avrupa Birliği’nde ve gelişmiş ekonomilerde bu konuda önemli girişimler ve planlar var. Birleşmiş Milletler, OECD gibi kuruluşların, Enerji Ajanslarının önerileri var.
Biz taşıtlarda enerji verimliliğini arttırdığımızda aslında emisyonları da azaltmış olacağız. Bu noktadan hareketle ve daha önce sürdürülebilirlik konusundaki çalışmalarımızı da bildikleri için bu çalışmayı bizim yapmamızı talep ettiler. Biz de Öğretim Görevlisi Özlem Yurtsever ve Araştırma Görevlisi Murat Bilsel adlı iki arkadaşımız ile bu çalışmaya başladık.
Başlangıçta, izleyeceğimiz yol haritasıyla ilgili birkaç toplantı yaptık. Onların önerilerini aldık, beklentilerini saptadık. Onlar iş dünyasını temsil ediyorlar. Bir konuyu ortaya çıkardığımızda biz akademik amaçlı hareket ediyoruz ama uygulanabilirliği ve olabildiğince geniş kitleye ulaşması çok önemli. İş dünyasından bu teklifin gelmesi, onlarda bu bilincin ve farkındalığın olması beni sevindirdi.
SKD Yönetim Kurulu, içerik açısından bizi tamamen serbest bıraktı. İçeriği biz tasarladık. Bir çerçeve çizdik ve kara taşıtlarına yöneldik. Çok geniş bir konu ve çok fazla çalışma da yapılmamış biraz iddialı olacak ama bu kapsamda Türkiye’de ilk çalışma diyebiliriz. Farklı kısımları ele alınmış ama bizim yapmayı düşündüğümüz benzeri genişlikte bir araştırma bulamadık.
KARA TAŞITLARI DAHA ÇOK KİRLETİYOR
- Kara taşıtlarını ele almanız, emisyonlar açısından deniz ve hava taşıtlarına göre çok daha yüksek miktarda salınım yapması herhalde değil mi?
- Evet, emisyonlar açısından ulaşım sektöründe kara taşıtlarının oranları diğerleri ile kıyaslanmayacak kadar yüksek. Hava ve deniz taşımacılığında tamamen profesyonel filo taşımacılığı söz konusu. Halbuki kara taşımacılığında bireysel kullanımlardan dolayı toplumun çok daha geniş kesimlerini kapsamına alıyor.
TÜRKİYE’DE TAŞIMACILIK KARAYOLU AĞIRLIKLI
- Karada büyük firmaların büyük filoları da var ama bireysel kullanımdaki araçlara göre sayıları çok geride kalıyor.
- Bu araştırmamızda bize destek veren TNT biliyorsunuz uluslararası bir firma. Hava kargoları ve özel havaalanları var. Türkiye’de karayolu taşımacılığı daha ağırlıklı.
Bir yıl önce bu projeyi başlattık ve kısa süre önce tamamlayarak kamuoyuna sunduk.
2015 YILI HAREKET NOKTASI
- Sürdürülebilirlik konusuyla içeriğe girelim. Sürdürülebilirlik kavramı tam olarak neyi kapsıyor ve 2015 yılının bu açıdan bir önemi var değil mi?
- Sürdürülebilirlik, ekonomik- çevresel- sosyal boyut olmak üzere üç ana alanı kapsayan bir yaklaşım. İnsan yaşamının gereksinimleri ile doğal kaynakların devamlılığı arasında bir denge kurularak bugünden geleceğe planlama ve yatırım yapılmasını öngören bir felsefe. Sürdürülebilirlik ve emisyonların azaltılması konusunda, küresel çerçevede iki şey dikkat çekiyor. Bunlardan bir tanesi Kyoto Protokolü idi. Türkiye 2014 yılında buradan ayrıldı. Pek çok ülke de ayrıldı. Dönüm noktası 2020 yılı ve bu yıl için hedeflerin belirlenmesi gerekiyor. Ama hazırlıklar açısından 2015 yılı temel nokta, hareket noktası. Bu yıl Kasım sonunda biliyorsunuz Paris Konferansı toplanacak. Orada ne yapalım, nasıl ilerleyelim, dünya çapında emisyonları nasıl azaltalım gibi önemli kararlar alınacak.
Bu konudaki hedefler, daha önce 2000 yılında belirlenmişti. Literatürde de Bin Yıl (Milenyum- 2000 yılı demek) Hedefleri diye geçiyor. Şimdi bunlar yenilenecek. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi, Paris Konferansı’nda ayrıntılı konuşulacak ki bu açıdan çok önemli. Elbette Türkiye açısından da önemli.
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ DE ÇOK ÖNEMLİ
Hemen ardından iş sağlığı ve güvenliği konularının da öne çıktığını belirtmek istiyorum. Trafik kazalarının büyük bir kısmı iş kazası olarak değerlendiriliyor. Çünkü görev sırasında ortaya gelen kazalar hiç de az değil. Kanunda da bu şekilde tanımlanıyor.
Trafik kazaları can ve mal kaybına neden oluyor. Toplumda moral düşüklüğü yaratıyor. Sürdürülebilirlik felsefesinin toplumsal boyutu açısından çok önemli. Toplumu huzursuz eden bir durum var ve maddi açıdan da büyük sorunlar yaşanıyor. Araçlar hasar görüyor. Kazalar nedeniyle trafik aksıyor. İnsanlar işlerini yapamıyor. Böyle de bir ekonomik boyutu var. Sonuçta emisyonların düzenlenmesi, iklim değişikliğine karşı önlemler ve iş sağlığı ve güvenliğinin daha iyi duruma getirilmesi dünyanın gündeminde.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İÇİN NE YAPTINIZ?
- Küresel Rekabet Endeksi kapsamında sürdürülebilirlik de hesaplanıyor. Bu endeks neyi gösteriyor ve nasıl hesaplanıyor?
- Bu endeksin 12 tane ana boyutu var ve ülkeler bunlarla değerlendiriliyor. Ülkeler bazında ölçüm ve sıralama yapılıyor. 144 ülke ölçülüyor. Bu endekslerde çok iyi durumda değiliz. Son yıllarda bütün uluslararası platformlarda çok fazla telaffuz edilen iki kavram var. Bunlardan birisi sürdürülebilirlik, ikincisi inovasyon. Bu firmalar açısından da önemli. Hani kalite açısından bakılıyor ya, firmalar artık birbirlerine, sürdürülebilirlik açısından ne yaptın diye soruyorlar. Günümüzde entegre tedarik sistemleri öne çıkmış durumda. Firmalar sadece üretim yapmıyor. Üretim, lojistik, nakliye gibi alanlar birleşmiş durumda. Bütün bu alanlarda, kurumların neler yaptıklarını birbirlerine sorgulamaları gerekiyor. Yani ne kadar toplumsal sorumluluk çabanız var ve çevreye ne kadar duyarlısınız?
AMAÇ YAŞANABİLİR GELECEK
Çünkü sürdürülebilirlikte ana felsefe sadece bugünü kurtarmak değil geleceğe de yaşanabilir bir dünya aktarmak.
Taşıtların sadece caddelerde ortalığa saçtığı karbon emisyonunun miktarı değil, o aracın üretimi sırasında da ne kadar emisyon ortalığa yayılıyor, bu çok önemli. Ne kadar karbon ayak izi bırakıyoruz. Hangi malzemeleri kullanıyoruz. Çevreyi ne kadar tehdit ediyoruz. Yenilenebilir kaynaklar mı yoksa fosil kaynaklar mı kullanılıyor?
Aynı kalite güvence sistemleri gibi çevre yönetim sistemleri de var biliyorsunuz. ISO 14 bin serisi. Kitapta bir rehber biçiminde firmalara yardımcı olmak için onlara da yer verdik. Firmaların bunları uygulamaları gerekiyor. Şu anda bunların yasal zorunluluğu yok, gönüllü olarak yapılıyor. Ama işleyişteki baskı ile aynı kalite uygulamalarında olduğu gibi neredeyse zorunlu kabul ediliyor. Küresel Rekabet Endeksi, rekabet gücünü ölçmeye yönelik olarak üretim, teknoloji, kurumlar, altyapı, Pazar büyüklüğü vb. olanaklarıyla başlayan, ancak artık günümüzde firmanın sürdürülebilirliğe ne kadar katkı sağladığı, çevreye ne kadar duyarlı olduğu, topluma ne sağladığı ile de ölçülüyor. Dünya Ekonomi Forumu (World Economic Forum), belirli periyotlarda Küresel Rekabet Endeksi (Global Competitiveness Report) hazırlayıp yayınlıyor. Aslında akademik yönü de olan bir endeks bu. Ama bütün endekslerde olduğu gibi bunun da tartışmalı tarafları var.
Küresel Rekabet Endeksi’nde Türkiye’nin en güçlü olduğu yer “Pazar büyüklüğü” olarak görülüyor. Ayrıca bir de Küresel İnovasyon Endeksi var. BM tarafından her yıl hesaplanan bu indekste , inovasyon girdileri bakımından, Türkiye nin “lojistik performansı” en güçlü yönlerinden biri olarak gösteriliyor. Bu sevindirici bir şey. Türkiye’nin bunun üstüne gitmesi gerekir diye düşünüyorum. Lojistik sektörünün temeli olan taşıtların verimli kullanımı konusunda inovatif çözüm ve öneri ihtiyacı çok açıktır. Türkiye’nin stratejik önemini hep vurgularız. Doğu ile batının bağlantı kurma merkezi, transit yolları geçtiği yer. Bu açıdan yabancı firmaların cazibe merkezi. Türkiye’de faaliyet gösteren şu anda çok sayıda yerel ve uluslararası lojistik firması var.
TÜRKİYE DAHA YUKARI ÇIKMALI
- Bu rekabet sıralamasında önce 61’inci sırada olan Türkiye şimdi 44’üncü sıraya gelmiş. Bulunduğumuz yeri iyi bir yer olarak mı değerlendirmeliyiz?
- Hayır, iyi bir yerde olduğumuzu söyleyemeyiz. İyileşme var ama çok fazla yol alması gerekiyor. Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığımızda açık ara gerideyiz. İlk on arasında Batı ekonomileri ve Asya kaplanlarını görüyoruz.
- Hedef ilk 20 olabilir mi?
- İlk 20 çok iddialı olsa da ilk 30 bence iyi bir yerdir. Ama burada çok fazla boyut var. Bu boyutların gerçekleşmesinden kimi yasal düzenlemelere de ihtiyacımız var. Bu endeks kapsamındaki alt boyutların her birinin ayrı ayrı ele alınması lazım. Bizim konumuzla ilgili olarak örneğin emisyonlar konusunda iyileştirme yapması lazım. Trafikten belli yaşın üstündeki araçların çekilmesi iyi ama uluslararası rekabeti doğrudan ve çok fazla etkilemez. Emisyonların azalmasına katkıda bulunur.
ARAÇLAR TRAFİKTE NE KADAR KALIYOR?
- Sera gazları üretiminde kara, deniz veya hava araçlarının saldıkları emisyonun oranları hakkında bilgi var mı?
- Bununla ilgili verileri size aktarayım. Uluslararası sınıflandırmada enerji sektörünün alt kategorilerinden biri ulaşımdır. Sınıflandırma, enerji, endüstriyel faaliyetler ve tarımsal faaliyetler şeklindedir. Enerjinin içinde yakıt yanması sonucu ortaya çıkan emisyonlarda, ulaşım alt sektörü var. Ulaşım sektörü kaynaklı karbondioksit emisyonlarında kara taşıtlarının payı yüzde 90’lara geliyor. Hava, deniz ve demiryollarının payı oldukça düşük.
Enerji verimliliği nasıl sağlanır diye bakıldığında araç yapılarının çok önemli olduğunu görüyoruz. Ama bu kısımla biz çok ilgilenmedik. Üreticiler zaten doğrudan onun üstünde duruyorlar. Satarken de biliyorsunuz az yakıt tüketen araçlar tercih ediliyor. Sürücü özelliğinin ve rotaların çok önemli olduğunu gördük bu çalışmada. Rotalar, trafikte ne kadar dur-kalk yaptığınız açısından önemli. Bunun yanında İstanbul trafiğinde hava koşulları önemli bir etkiye sahip, kar yağışı olunca, trafik sıkışıklığından dolayı , ölçüm yaptığımız taşıtlarda neredeyse %20 yakıt tüketiminin arttığını belirledik. Klima kullanımı da kayda değer bir faktör, tüketimi arttırıyor. Biz bu çalışmayı kargo araçlarında yaptık ve yük miktarı artınca da yakıt tüketiminin de arttığını gözlemledik.
Ama en çok etkileyen şey rota, yani aracın trafiğin içinde ne kadar kaldığı. Bir şehir dışı rahat bir yol rotası, bir de İstanbul Nişantaşı rotası seçtik. Çok fark ettiğini gördük. Hava şartları ve lastik ayarları da önemli. Sürücülerin lastik ayarlarını normal standartlarda kullanmadığını belirledik. Bunlar teker teker küçük miktarlar olsa da bir filoyu veya Türkiye’deki 19 milyonu aşmış araçları düşündüğünüzde çok önemli düzeye çıkıyor.
Ama en önemlisinin sürücünün davranışı olduğunu gördük.. Sürücünün dur-kalklara dikkat etmemesi, agresif kullanması, sürekli gaz vermesi, aracı zorlaması yakıt tüketiminin artmasına neden oluyor. O anlamda firmaların sürücüleri eğitmesi gerekiyor. Hatta belki herkese bu yönde eğitim vermekte fayda var. Hepimiz, yakıt tüketimini artıracak hatalar yapıyoruz.
Bakım, onarım da çok önemli. Bakım süresi geçmişse tüketim artıyor. Araç yaşı da önem kazanıyor. Eski teknoloji ile üretilmiş araçlar daha çok yakıt tüketiyor. Araç eskidikçe motordaki eskimeler yakıt sarfiyatını artırıyor.
BÜYÜK DAİMA İYİ DEĞİLDİR
- Araç mülkiyeti ve sorumluluğu açısından bakacak olursak, kimi firmaların kendi filoları var. Kimi firmalar da, üretim yapıp dağıtımlarını lojistik firmalarına devrediyor. Burada iş dünyasının görevi, yapması gereken nedir?
- Elbette ki firmaların çalışmalarında para kazanma amacı ön planda oluyor. Lojistik firmaları da taşımacılıktan daha çok kazanabilmek için ortak mal taşımacılığı yapıyorlar. Taşıma kısımları bölünmüş TIR’lar var. Araçlar aynı anda hem soğuk ürün hem de normal ürün taşıyabiliyor. Böylece araçlar boş gitmemiş oluyor.
Bir başka konu da araç seçimi. Firmaların, ‘büyük daima iyidir’ anlayışından uzaklaşmaları gerekiyor. Küçük ticari araçlarla yapılabilecek işler için büyük araçları kullanmak uygun değil. Bu, binek araçlar kullananlar için de böyle. Yöneticilere olabildiğince büyük araçlar seçiliyor.
Burada araç seçiminde tüketici neye dikkat ediyor, ona bakmak lazım. Ekonomik segmentlere bakmak lazım. Üst gelir grupları kendisine prestij sağlayacak araçlara yöneliyorlar ve onların yakıt tüketimi fazla oluyor. Orta gelir gruplarının yine de günlük kullanıma dikkat ettiğini düşünüyorum. Günlük konuşmalarda, ‘senin aracın 100 kilometrede ne kadar benzin yakıyor’ diye sorulduğuna çok tanık oluyorum. Zaten bütün firmalar, yakıtı daha az kullanacak araçlar üretmeye çalışıyor. Buna da mecburlar. Örneğin AB mevzuatı, taşıtların yakıt tüketimi ve karbondioksit emisyonunu gösteren etiketin de dahil olduğu bilgilerin tüketiciye sunulmasını zorunlu kılıyor. Doğayı ne kadar koruduğunuzu belirten simgesel etiketlemeler var. “Karbondioksit etiketlemesi” gibi.
DEMİRYOLLARI EMİSYON AÇISINDAN İLK TERCİH
- Birkaç yıl önce biliyorsunuz demiryollarında özel şirketlerin taşımacılık yapabilmesinin önü açıldı. Henüz tam uygulama başlamadı. Demiryolları ile yük taşımacılığı, emisyon salınımı açısından iyi bir uygulama değil mi?
- Kesinlikle öyle. İngiltere’de de özelleştirme yıllar önce kademeli olarak yapıldı ve şu anda sistem iyi işliyor. Demiryolu altyapısı çok sağlam olan İngiltere emisyonlar ve iş sağlığı güvenliği açısından da çok iyi. İngiltere, gelişmiş ekonomi olmanın, sanayi devrimini çok erken gerçekleştirmiş olmanın avantajlarını yaşıyor.
ELEKTRİKLİ ARAÇLAR O KADAR MASUM DEĞİL
- Bu konudaki en radikal çözümlerden birisi de galiba elektrikli araçlar. Elektrikli araçların uzun süre kullanılabilmesi, şarj edilebilmesi gibi sorunları var. Ama galiba binek araçlarından başlayıp büyük ticari araçlara geçilecek. Bu şekilde, araçların yaydığı emisyonun azalacağı düşüncesine katılıyor musunuz?
- Biz araştırmamızı yaparken elektrikli araçlar açısından da çok masum bir durum görmedik. Elektrikli bir otomobil üretiminin, sebep olduğu karbon emisyonu, benzinli bir otomobil üretiminin yaklaşık iki katıdır. Ayrıca kullanımı düşünürsek, elektrik üretiminde de emisyon ortaya çıkarıyorsunuz ve fosil yakıtları kullanıyorsunuz. Onları şarj etmek için kullandığınız elektriği fosil yakıttan elde ediyorsunuz. Yenilenebilir enerjiden elde ederseniz tabii bu iş daha iyi olur.
Pratikte elektrikli araç kullanan filolarla görüştük. Yöneticiler ve sürücüler bu araçlardan çok hoşlanmıyorlar. Çünkü şarj edilmiş araçlar şu anda belli bir saat boyunca kullanılabiliyor. Hızları da belli bir düzeyin üstüne çıkamıyor. Aslında trafikte hız kontrolü açısından iyi ama ticari açıdan böyle sorunları var. En önemlisi de şarj istasyonlarının azlığı. Elektrikli araçların sayısı az. İnsanlar bu araçları şehir içlerinde kullanıyorlar ve şehir dışlarına çıkmaya cesaret edemiyorlar.
Bu arada şunu da vurgulamalı ki tüketiciler doğal olarak yakıt maliyetlerini düşünüyorlar. Son 10 yıla baktığımızda, benzinden dizele veya LPG’ye geçtiğimizi görüyoruz.
- Dizel yakıtların daha çok emisyon yaydığı belirtiliyor.
- Evet, öyle bir yanı da var. Ancak daha az kullanıldığı için belki de benzinli araçla başabaş geldiğini düşünebiliriz. Maliyet açısından daha düşük.
BAKANLIKLARA GÖREV DÜŞÜYOR
- Yakıtlarda enerji azaltımında devletin neler yapması gerekir? Bu tür çalışmalara katılıyor mu veya destek veriyor mu?
- Biz bu çalışmada kamu ile fazla temas etmedik. TÜİK’den verileri aldık. Çok iyi veriler yayınlıyorlar. Mevzuat bakımından, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının hem Çevre ve Şehircilik hem de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile ortak çaba sarf etmesi gerekiyor. Çünkü enerji verimliliğinde yenilikçi ve bütünleşik politikalar üretilmesi gerekiyor. Bu konuda çok iyi olduklarını söylemek zor.
Bir de “İklim Değişikliği Performans Endeksi” var uluslararası alanda. Bu endekste Türkiye, politikalar açısından çok zayıf bulunmuş; 61 ülke arasında 51.inci sırada. . Bu alanda tam bir politikası olmadığı belirtiliyor. Çevre, insan, enerji, toplum, ekonomi gibi alanlardaki politikaları yeterli bulmuyorlar. Bu endeks de tartışmaya açık olsa daA iklim değişikliği konusunda güçlü ve zayıf yönleri belirlemek açısından yardımcı olabilir. Onun için birkaç bakanlığın koordinasyonu ile ortak politikalar saptanmalı. 2005 yılından beri yayınlanan bu indekste, Türkiye’de hedeflerin çok net olmadığı özellikle vurgulanıyor. Türkiye’nin biraz kıyaslamayı artırması lazım. İyi durumda olan ülkeler ne yapmış ve biz neler yapmışız, neler yapmalıyız, bunların somut olarak ortaya konulması lazım. Devlete bunlar düşüyor.
Bizim rapor açısından baktığımızda kamuda, belediyelerde çok fazla filonun olduğu dikkat çekiyor. Buradaki araç seçimlerinin örnek olması gerekiyor.
Ama daha önceden söylediğim gibi, enerji tasarrufunda sürücülüğün payı çok fazla olduğu için ülke çapında trafik- sürüş eğitim seferberliği düzenlenebilir, kamu spotlar artırılabilir. Sektörel kuruluşlara, odalara, diğer derneklere de çok iş düşüyor. Farkındalığın artırılması gerekiyor.
Kanada’da, Amerika’da ve Avrupa’da gönüllü oluşumlar var. Türkiye’de bunlara benzer oluşumlar olabilir. Bunlardan biri Amerika Çevre Koruma Ajansı tarafından kurulmuş(Smartway), taşımacılıktaki sıkıntıların, enerji sarfiyatlarının azaltılmasına çalışılıyor. Bunun için kurallar oluşturuluyor. Kanada, İngiltere ve Avrupa’da benzer kuruluşlar ve onlar tarafından konulmuş ilkeler, kurallar var.
Türkiye’de bakanlıklar arası bir üst kurul benzeri oluşuma ihtiyaç var. 2015 yılı çok önemli bir fırsat Türkiye için. Arka arkaya gelen seçimler dolayısıyla bu yıl çok fazla bir şey yapılamadı.