HİLAL ÜNALMIŞ
Üniversite öğrencisiyken gazete tirajları konulu bir sunum hazırlamıştım. O yıllarda Türkiye’deki toplam günlük gazete tirajı 2 milyon 800 bin dolayındaydı. Dünyadan örnekleri araştırırken Japonya’da yayınlanan Asahi Shimbun’un 5 milyon tirajı olduğunu öğrenmiştim. Bu bilgi benim için heyecan vericiydi. Taksim’de uluslararası gazeteler satan bir bayii vardı, orada Asahi Shimbun aramıştım ama bulamamıştım. Yıllar sonra İngiltere’de bu gazetede çalışan bir gazeteciyle tanıştığım zaman da 5 milyon tirajlı bir gazetede çalışmanın nasıl bir duygu olduğunu sormuştum. Oysa ki onun ülkesi için bu normal bir durumdu, ekstra bir duygusu yoktu.
12 MİLYON TİRAJLI GAZETE
Japonya’ya giderken aklıma bu tiraj anım geldi ve tirajlara yine baktım. Gördüm ki Asahi Shimbun’un tirajı 12 milyona varmış. Asahi kelimesini Sabah Güneşi olarak dilimize çevirirsek güzel de bir adı var gazetenin ama en yüksek tirajlı gazete şu anda Asahi Shimbun değil Yomiuri Gazetesi…
Tokya’da bulunduğum 6 gün boyunca otelimin karşısındaki metro istasyonuna uğradım ve her gün bir Asahi Shimbun aldım… Japon Alfabesini okuyamasam da 1879 yılından beri yayınlanan bu gazeteyi elimde tutmak, evirip çevirip fotoğraflarına bakmak hoşuma gitti.
Evet bu girişten anlaşılacağı üzere bu ayın Global Sanayici Dergisi’nde Tokyo gezimden gözlemler ve fotoğraflar aktaracağım.
BANKA YEN’İ 10 GÜNDE VERDİ
Önce bankadan Japon Yeni alabilmek için verdiğim uğraşı anlatayım. Evime yakın olan alışveriş merkezindeki 3 bankaya Yen sordum. Üçünde de hazırda yoktu. Yen, bol sıfırlı bir para… Dolar gibi, Euro gibi bankalarda çok işlem yapılmadığı için ısmarlıyorsunuz, banka birkaç gün sonra getirtiyor. “Harcamaları kredi kartından yaparım ama yanımda biraz yen olsun” düşüncesiyle bankadan 20 bin Yen almak istedim. İnanmak zor, tam 10 günde geldi. 20 tane 1000 Yenlik banknottan oluşan 20 Bin Yen için 565 TL ödedim.
12 SAATLİK UÇUŞ
Tokyo’ya birkaç önce gittim. Birçok arkadaşım “Neden şimdi gidiyorsun, Sakura zamanı gitsene” diye beni uyardı ama benim katılacağım uluslararası toplantının tarihi iki yıl öncesinden saptanmıştı, tarihi değiştiremezdim.
İstanbul’dan gece yarısı saat 01.10’da uçağım kalktı ve yaklaşık 12 saat havada kalarak, aktarmasız olarak Narita Havaalanı’na indim. Koca Asya kıtasını batıdan doğuya doğru geçtik. İstanbul ile Tokyo arasında 7 saatlik bir fark olduğu için yerel saatle ertesi gün saat 19.55’de artık Japonya topraklarındaydım. Havaalanından çıkınca ışıl ışıl bir kentle karşılaştım. Yüksek binalar, körfez, dev köprü, ışıkların suya vuran aksi bir ışık dünyasının içine çekiyordu beni… Beni karşılayan beyaz eldivenli şoförüm ise ayrı bir hoşluktu. Her geçtiğimiz yer hakkında İngilizce bir takım bilgiler vermeye çabalıyordu ama ben sadece gülümsemesinin ve kibarlığının farkına varıyordum. İkimizin de ana dili olmayan İngilizce ile anlaşmamız çok da verimli sayılmazdı.
Otelime varınca resepsiyonda elektrik kaynağı için adaptör isteyip istemediğimi sordular. İstiyordum çünkü priz sistemi farklıydı. Telefonumu şarj etmek, bilgisayarımı kullanmak için bu adaptöre ihtiyacım vardı. Otel yönetimi de bunu çok iyi bildiğinden hemen oda kilidi ile birlikte elektrik sistemi adaptörü veriyordu.
SICAK VE DUŞLU TUVALET
Odamdaki tuvalet ise benim için bir sürpriz oldu. Sıcak klozet hoş bir konfordu. Sonra toplantı salonlarındaki tuvaletlerde de aynı özellikleri görünce evlerde de böyle midir diye sordum. Isıtılmış klozetler ve püskürtme ile temizliğe yardım eden sistem bütün evlerde varmış... Japonlar bununla da övünürlermiş. Hatta bir TV programında, Japonya'da yasayan yabancılara hediye olarak bir tane götürüp kullandıkları anı canlı olarak kaydedip programda göstermişler. Doğrusu bunu bugüne kadar Türkiye’ye neden ithal etmediler diye hala düşünmekteyim. Japonya’da yaşayan bir Türk arkadaşım Türkiye’deki annesine getirdiğini annesinin hep hayır duasını aldığını söyledi. Kesinlikle bu tuvalet sistemi ithal edilmeli…
BATI KENTLERİ GİBİ
Tokyo Japonya’nın başkenti ama o zihnimizdeki Uzakdoğu mimarisini görebilmek çok mümkün değil. Onlarca katlı büyük binalar, uluslararası dev şirketlerin merkez yönetim binaları, gökdelenler, dev oteller Tokyo’yu doldurmuş.
Zaten turizmciler de Japonlar da Japonya’yı gördüm diyebilmek için mutlaka Kyoto, Osaka gibi mimari özelliklerini koruyan kentleri görmek gerektiğini söylüyorlar.
Tokyo’nun nüfusu çevresi ile birlikte 35 milyon. Birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan daha fazla… Caddeler, metrolar gerçekten kalabalık ama kaos yok. Herkes sakin, hatta bize göre ağır ağır hareket ediyorlar. Trafik ışıkları sakince bekleniyor sonra telaş yaratmadan karşıya geçiliyor. Tokyo’da uluslararası şirketlerde çalışanlar, yine uluslararası toplantılara katılmak için gelenler, turistler hemen fark ediliyor. Sadece çekik gözlerden değil, giysilerden, hareketlerden, ellerindeki çantalardan bunu anlayabiliyorsunuz.
ERKEKLERDE SAÇ BOYAMAK YAYGIN
Tokyo’da orta yaşlı erkeklerin çoğunun beyazlamış saçlarını koyu renklere boyadığını gördüm. Siyah saç daha ciddi ve saygın izlenim veriyor diye düşünülüyormuş. Bir Japon’a baktığım zaman yaşını tahmin edemediğimi de fark ettim. Yaşlarından daha genç gösteriyorlar sanki. Ama market kasalarında, turistik eşya satan dükkanlarda çok yaşlı insanların tezgahtar olarak çalıştığını da gördüm. Gençler arasında da sarı saç modası yayılmaya başlamış.
Japonlar olağanüstü kibar, saygılı insanlar… Eğilerek selamlaşma geleneği var ve tuhaf bir biçimde bu gelenek Japonya’da herkesi sarıyor. Batılılar da diğer ülkelerden gelenler de bu selamlaşmaya katılıyorlar. Karşılarındaki insana da alışveriş sırasında paraya da çok saygılı davranıyorlar iki elleri ile alıyorlar ve para üstü verirken yine iki ellerinin avuçlarını açarak veriyorlar.
MASKEYLE DOLAŞIYORLAR
Yollarda, metrolarda, alışveriş merkezlerinde çok sayıda insanın maske ile dolaşması beni biraz rahatsız etti. Sanki bulaşıcı bir hastalık var ve ben korunmasız durumdaymışım gibi hissettim. Marketlerde, eczanelerde çeşit çeşit maskeler satılıyor. Gençler, çocuklar için renkli çiçekli desenli olanlar bile var. Bizim bere takmamız, boynumuza atkı sarmamız gibi onlar için de maske takmak olağan bir aksesuar sanırım.
ÇAY SEREMONİSİ
Sosyal yaşamda çay ama yeşil çay çok önemli bir gelenek. Otelimizde “Çay Seremonisi” adıyla bir etkinlik vardı, ben de bu etkinliğe katıldım. Tokyo Belediyesi’nin sponsorluğunda gerçekleşen bu mini drama ve mini kursta Japon kadınlarının arasında çayın önemi, geleneksel olarak nasıl hazırlandığı ve sunulduğu bize gösterildi. Ben de kase içinde bambu fırça yardımı ile yeşil çay yapmayı öğrendim. Ancak damak tadım bu çaya alışkın olmadığı için yaptığım çayı içemedim. Eğitmenim kaseyi iki eli ile kavrayıp başına dikti, içti ve çok güzel hazırladığımı söyledi. Japonların çok sevdiği yeşil çayın kokusunu ben nedense sevemedim. Ama yine de bir paket toz yeşil çay alıp İstanbul’a getirdim.
FUJİ’YE NE KADAR UZAKTASINIZ?
Fuji Dağı … Sokakta birini çevirip “Japonya ile ilgili bildiğin adları say“ desek ilk söylenenlerden biri Fuji olur herhalde. Fuji Dağı, tepesindeki erimeyen karları ile müthiş bir görsellik sunuyor. Unesco’nun 3 yıl önce “Dünya Mirası” listesine aldığı Fuji, şu anda aktif olmasa da yanardağ kimliği ile coğrafya biliminde önemli bir yere sahip. Çeşitli noktalarda “Şu anda Fuji Dağına şu kadar uzaktasınız” gibi tabelalar da var… Ben de Tokyo Tower’da böyle bir tabela gördüm ve fotoğrafını çektim.
Japonya’da yapılan tüm uluslararası toplantılarda da logolarda, posterlerde Fuji Dağı’nın fotoğrafı kullanılıyor… Fuji Dağı’na gidemedim ama bir posterinin önünde poz vermeyi kaçırmadım. Milyonlarca fotoğrafı çekilmiş, hakkında sayısız efsaneler anlatılan Fuji Dağı ile ilgili en tanınmış resim serisi de ressam Hokusai’nin 1826-1833 yılları arasında tahta üzerine yaptığı resimler… Bu resimlerin de en bilineni Great Wave ve her türlü turistik eşyanın üzerinde bu resmi görebiliyoruz… Ben de kırlent olarak kullanmak amacıyla bir tane edindim.
SENSOJİ TAPINAĞI
Tokyo’da en bilinen tapınak Asukusa’daki Sensoji Tapınağı… Kapısı ile kendini hemen gösteren, geniş bahçesi, alışveriş için her türlü anı eşyası satan dükkanları, sakura süsleri, tütsü mangalları, kutsal suyu, buda heykelleri ile ilk bakışta hoş, orijinal bir yer…
Ama içinde biraz dolaşınca fazla turistik hale getirilmiş, belki de biraz harcanmış bir mekan olduğunu düşündüm. Kutsal kabul edilen yapılar, heykeller, etraftaki alışveriş çılgınlığının içinde hapsolmuş gibi… Önce rahiplerin sattığı tütsülerden satın alıyorsunuz, sonra onu kömür yanan mangallardan yakıyorsunuz. Duman ve is her yeri sarıyor. Hadi bunlar kutsallığa destek oluyor diyelim. Ama çevredeki binalar o kadar yakın yapılmış ki tapınak arada sıkışmış sanki. Buda heykellerinin fotoğrafını çekmek istediğiniz zaman çevredeki evler kadraja giriyor ve heykel görüntüsü etkisini yitiriyor.
Tapınağın içinde fotoğraf çekilmesini istemiyorlar. Japonlar ve çevre ülkelerden gelenler sakin bir biçimde merdivenleri çıkıyor, tütsü alanına geliyor, saygı ile selamlıyorlar… Onları izlemek hoştu…
JİNRİKİŞA YA DA ÇEKÇEK
Hani Uzakdoğu görsellerinde hep gözümüze çarpan, iki büyük tekerleği, bizim fayton gibi oturma kısmı olan ve birisinin kol gücüyle çektiği araçlar vardır ya artık günlük hayatta değil, turistik amaçla kullanılıyor. İri kıyım batılı turistler oturuyorlar, zayıf hatta çelimsiz delikanlılar çekçekler ile turistleri gezdiriyorlar… Bu araçların adı Jinrikişa ve felçli karısını gezdirmek için bir erkek tarafından ilk kez birkaç yüzyıl önce kullanılmış…
JİZO HEYKELİ
Buda heykelinin yanında üzerine yün giysiler sarılmış, kucağında çocuklar olan kadın heykeli de ilgimi çekti. Öğrendiğime göre, Heykelin altında "Boshi Jizo" yazıyor. " Kadın ve çocuk tanrısı" gibi bir anlamı varmış. Çocuklu kadınların korunması amacıyla anne ve çocuklar için her türlü şükran bu heykelin önünde yapılıyormuş Hemen her semtte bu heykelden bulunurmuş, bazen ıssız bir dağ başında, ormanda bile görebilirmişiz. Japonya’da Şinto dininde çok sayıda tanrı var. İşte bu Jizo da kadınlar ve çocuklar için…
BİNA ÇATILARINDAKİ OBJELER
Günümüzde yapılmış büyük şirketlerin binalarının çatılarında da ilginç sayılabilecek objeler var. Örneğin bir sigara şirketinin binasının üstünde dev bir kültablası gördüm. Bir bira şirketinin merkez binasının çatısında da sanki altın gibi bir objenin fotoğrafını çektim. Sonra da hikayesini öğrendim. Dik bina bira bardağı imiş ve bu obje de binanın yanına yapışık olarak düşünülmüş ama teknik problemler olunca yandaki binanın çatısına yatay olarak yerleştirilmiş. Bu biranın yanan kalbinin simgesiymiş Ama çevreden görenler "altın bo.", "kurbağa yavrusu" ya da "cin" gibi adlar takmaya başlamışlar..
CHANNEL NEWS ASIA
Tokyo’daki otelimde çok sayıda TV kanalı vardı… Japonca yayın yapan kanallar doğal olarak kumandamın ucundaydı ama iletişim örneği olarak görebileceğimiz Channel News Asia7’yi izledim. Singapur’dan yayın yapan ve 1999 yılında kurulmuş bu kanal Asya için Asya haberleri ağırlıklı çalışıyor ancak yayın dili İngilizce… Geniş bir bölgeye yayın yapıyor ve Asya ülkelerine ait her konuyu detayı ile işliyor…
TOKYO AYAKLARIMIN ALTINDA
Koskoca Tokyo’yu birkaç sayfaya sığdırmak elbette kolay değil… Sanatı kültürü, teknolojisi, televizyonları, gelenekleri ile sayfalarca yazıya ulaşabiliriz. Roppongi gezisi, dev örümcek, yağmur yağdığı zaman görünmez olan cam kanepe, Tokyo Tower gezisi, buradaki cam tabandan şehri ayaklarımızın altında görebilme, geleneksel giysiler ile fotoğraf çekimi, sakura, çubuklar ile yemek yemek ve koleksiyonuma kattığım Japonya bardaklarım…
Tokyo güzeldi… Umarım ikinci Japonya seferimde Hiroşima, Osaka, Kyoto da gezdiğim kentler listeme katılacaklar…