Öne Çıkanlar ÇOSB Dijital Dönüşüm Atölyesi Çerkezköy OSB CEVAHİR UZKURT KPMG Dijital korsanlığın maliyeti 400 milyar dolar

Coğrafyası, insanları, kültürü ile çok özel bir ülke…

HİLAL ÜNALMIŞ

İskoçya’ya ilk kez 1988 yılında gitmiştim. Caddelerde kilt (İskoç eteği) giymiş erkekler ile kızıl saçlı kızlar göreceğimi, kulağıma hep gayda sesleri geleceğini düşünmüştüm.  O güne kadar okuduğum “İskoçyalının biri” diye başlayan cimrilik fıkraları da aklımdaydı ve gülümseyerek etrafımdaki İskoçları gözlemliyordum,  bir cimrilik örneği görmek ve bunu arkadaşlarıma anlatmak istiyordum… Tabii ne kilt giymiş erkek gördüm ne de gayda sesi duydum… Cimrilik örneklerine de rastlamadım. Ama kızıl saçlı beyaz tenli güzel kızlar görmüştüm… 27 yıl önceki gidişimden en net olarak İstanbul Boğaziçi Köprüsü’yle aynı mimari özellikteki asma köprüyü hatırlıyordum…

Birkaç ay önce tekrar İskoçya’nın başkenti Edinburg ile sanayi devriminin öncü merkezlerinden, ülkenin önemli büyük kenti Glasgow’u ziyaret etme fırsatı buldum. Gidişim çok kolay olmadı çünkü uçağım aktarmalıydı. İstanbul’dan sabah yola çıktım, Amsterdam’da aktarma yaparak Glasgow’a vardığımda bütün günüm havada ve havaalanlarında geçmişti.

BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU

Bu defa sokaklarda kilt giymiş erkekler görmeyeceğimi, gaydadan çıkan melodiler duymayacağımı biliyordum. İskoçya’daki siyasal gelişmeler daha çok ilgimi çeker hale gelmişti ve geçen yıl yapılan “Bağımsızlık Referandumu” üzerine sokaktaki insanlarla konuşmak istiyordum. Uluslararası örgütlerde birlikte çalışma yaptığımız İskoç arkadaşlarım bağımsızlık için oy kullanmışlardı. Sağlık alanında çalışan bir kadın arkadaşım “Eşit haklar istiyoruz” dediğinde biraz da şaşırmıştım doğrusu ve “bağımsızlık duygusu, Birleşik Krallık vatandaşı olma duygusuna ağır basıyor demek ki” diye düşünmüştüm…


Şimdi biraz gerilere gidip 1200’lü yıllardaki bağımsızlık mücadelesini hatırlayalım… Tarih kitaplarından ziyade 1995 yılında çevrilmiş Braveheart  filmi ile dünya kamuoyu, İskoçyalı William Wallace’in İngiltere kralına karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini hatırladı. Bu filmi sinemaseverler Türkiye’de Cesur Yürek adıyla izledi. Tabii belgesel değil kurgusal bir senaryo çerçevesinde izledik bu mücadeleyi sinemada.  William Wallace denilince gözümüzün önüne de ünlü oyuncu Mel Gibson geliyor şimdi. Öldürülmeden önce son sözleri olarak  “Özgür İskoçya” diye bağıran Wallace, İskoçyalılar için gerçek bir tarihi kahraman…

AYRILIKÇILAR YÜZDE 44.6’DA KALDI

Günümüzde ise bağımsızlık mücadelesini  İskoç Ulusal Parti (SNP) Başkanı Alex Salmond vermeye çalışıyor. Geçen yıl yapılan referanduma katılım  yüzde 84.6 oranındaydı ve  yüksek bir katılım oranı olarak kabul edildi. Sonuçlara bakınca da 1.617.989 İskoçyalının Birleşik Krallıktan ayrılmak istediğini gördük ki bu sayı yüzde 44.6 oranındaydı… Kısacası “Evet” diyenler kazanamadı… İngiltere buna çok sevinirken bağımsızlık isteyen İskoçlar “Bu iş bitmedi” diyerek kampanyalarına devam ediyorlar.

Bu bağımsızlık isteği romantik duygulara ve ulusçuluk temeline değil tamamen ekonomik temellere dayanıyor elbette… Bağımsız İskoçya isteyenler, “Birleşik Krallık İskoçya’yı sömürüyor. Kuzey Buz Denizi’ndeki petrol kaynakları ile İskoçya dünyanın en varlıklı ülkelerinden biri olabilir. Ayrıca sosyal politikalarda özellikle eğitim ve sağlık alanında daha iyi bir sosyal devlet olup halkımıza refah sunabiliriz” diyorlar.

Tanıştığım bütün İskoçlara sordum referandumdaki oyunu,  sadece, evet sadece bir taksi sürücüsü “Ben ayrılmak istemedim” dedi… Onun dışında tüm sorduğum kişiler  bağımsızlığa evet oyu verdiklerini söylediler ama oranlara bakınca durum değişik…Neyse dünyanın özel bir coğrafyasında yaşayan  ve  kendilerine has özellikleri olan İskoçlar,  geçmişteki kanlı savaşlar yerine belki yeni bir referandum ile  tarihin akışını değiştirip bağımsız bir ülke olabilirler.

GLASGOW KONGRE MERKEZİ

Milli marşı, bayrağı, parlamentosu olan İskoçya günümüzde ciddi bir turizm merkezi… Bayrağı lacivert zemin üzerinde beyaz çapraz bantlardan oluşuyor. Sonuçta bu bayraklar birleşerek Birleşik Krallık bayrağını oluşturuyorlar…

Edinburg, 5.2 milyon nüfusa sahip İskoçya’nın mimari şaheseri. Edinburg, kalesi, eski kent merkezindeki dar yollar, yokuşlar, buralardaki publarla turistlerin ilgisini çekerken Glasgow dev bir kongre merkezi gibi çalışıyor. Dev kongre merkezi her hafta değişik konularda bir dünya kongresine, fuarına ev sahipliği yaparken kentteki oteller de bu hareketliliğe konaklama hizmeti veriyorlar.

İskoçya’da 3 dil konuşulduğu söyleniyor. İngilizce, İskoçca ve İskoç Cermencesi adı verilen diller… Tabii biz turistler için İngilizce geçerli oluyor. Hatta gençlerin İskoç dili öğrenmesi için kurslar açıldığı bile söyleniyor.

LONDRA’NIN RENKLİLİĞİ YOK

İngiltere’nin başkenti Londra’daki insan-ırk çeşitliliğini İskoçya’da pek göremedim. İskoçya’da yaşayan, çalışan Asya ve Afrika kökenli insanlar var ama diğer Avrupa kentlerine göre çok daha az geldi bana…

Rüzgarlı bir havada iki çocuğunun elinden tutmuş yürüyen bir İskoç anneyi görünce fotoğrafını çektim. Kızıl saçlı bir İskoç kadınıydı ve çocuklar da çok güzeldi.


Hani sokaklarda kilt giymiş erkek göremedim dedim ya bu etekler düğün, balo gibi özel günlerde giyiliyor ve ulusal gururun aile / klan ilişkilerinin önemli bir sembolü… Biz belki ekose deyip geçiyoruz bu eteklerin desenine ama her bir desen ve rengin İskoç aileleri için önemi var.

İskoç erkek kostümü, ceket, yelek, gömlek, kravat, kilt, kilt iğnesi, dize kadar yün çorap, kurdele ve hafif takım elbise ayakkabılarından oluşuyor… Zaman zaman Prens Charles bile bu giysilerle kameraların karşısına geçiyor.

KELVINGROVE SANAT GALERİSİ VE MÜZESİ

Glasgow’daki gecelerden birinde Kelvingrove  Sanat Galerisi ve Müzesi’nde özel bir davete katıldım. İşte burada kilt giymiş bir erkek ve gayda gördüm… Ne  sevindim, ne sevindim, benim de İskoçya’ya gittiğimi gösteren bir fotoğrafım olacaktı artık… Kapıda konukları karşılayan daha doğrusu fotoğraf için poz veren bir görevli vardı ve neredeyse tüm konuklar tek tek ya da grup olarak fotoğraf çektirdiler… Ben tek olarak fotoğraf çektirmeyi başaran şanslı insanlardan biri oluverdim.

Yemekten önce galeriyi gezdik. Sergilenen her bir eser ya da obje elbette çok değerli ama bazılarına paha biçilemiyor. Bunlardan biri Salvador Dali’nin yağlıboya tablosu “Christ of St John of the Cross” … Çarmıhtaki İsa olarak tanınan bu eser yapıldığı dönemde de çok tartışılmış. Din adamları tablonun çok iyi olduğu ve İsa’ya saygısızlık yapıldığı gibi her türlü fikir ileri sürüp tartışmışlar… Tablonun Dali tarafından bir hapishaneye hediye edilmesi sonra da hapishaneden çalınması da ilginç detaylar…

Aynı akşam yemekten sonra genç dansçı kızların gösterisi hepimizi büyüledi… Müzik, dans ve çok güzel kızlar etkileyiciydi… Gerçekten unutulmayacak bir akşam yaşamış oldum…


GALERİLERİ GEZMEK AYLAR SÜRER

İskoçya’da müzeler daha çok tematik. Büyük sanat galerilerinin tümünü ziyaret edebilmek için aylarca kalmak ve özel olarak sanat galerilerine zaman ayırmak gerekiyor.

People Make Glasgow… Bu slogan kentin her yerinde yazıyor. Turizm acentelerinden müzelere, caddelerden istasyonlara her yerde bu sloganı görmek mümkün…

Üniversiteler… İşte üniversitelerin tarihi, başarısı, etkinliği üzerinde düşününce üniversite adı verilen kurumların önemi ve sorumluluğunu daha iyi anlayabiliyoruz. İskoçya’daki üniversiteler dünyaca önemli ve kuruluş tarihleri açısından da tarihi yapılar… Kraliçenin torunu Prens William da İskoçya’da üniversite eğitimini tamamlamış ve eşi Kate ile üniversitede tanışmış.  Charles Darvin, Adam Smith, Alexander  Fleming, Graham Bell gibi dünyada iz bırakmış insanlar İskoçya’daki üniversitelerde yetişmiş ve ders vermişler. Glasgow Üniversitesi’nin 1451’de, Edinburgh Üniversitesi’nin 1583’de kurulduğunu öğrendim. 1887’de ilk öğrenci gazetesi burada yayınlanmış. İskoçya’daki üniversitelerin kazandığı Nobel ödülleri ya da diğer bilimsel ödüller sayılamayacak kadar çok.  Dünyanın ilk klonlanmış memeli hayvanı Koyun Dolly de Edinburgh Üniversitesi'ne bağlı Roslin Enstitüsü'nde klonlanmış.

Ülkenin eğitim seviyesinin yüksek olduğu rahatlıkla söylenebilir.

EKOSE DESENLİ HEDİYELİKLER

Alışveriş… İskoçya’ya gelip de ekose desenli bir eşya almadan dönmek olası değil… Tam Edinburg’a geldiğimiz anda yağmur bastırdı ve gruptaki bütün arkadaşlar birer şemsiye aldık. Ben yeşil –lacivert ekose bir şemsiyenin yanında aynı renklerde bir şal da aldım… Saf yünden üretilmiş giysiler çok güzel ve onlarca yıl bozulmadan kullanılacak eşyalar.  Ancak  fiyatlar 350-400 pounddan başlıyor.  Eh böyle olunca da herkes alamıyor tabii. Hem Edinburg’da hem Glasgow’da yüzlerce hediyelik eşya mağazası gördüm… Turistlerin bütçesine göre anı eşyaları satan bu yerler, magnet, bardak, takvim, şal, şemsiye, çanta türü eşyalarla İskoçya’yı dünyanın dört yanındaki evlere uğurluyorlar.

Spor… Çok sayıda spor kulübü var ama ben Celtic Kulübü’nün mağazasına rastladığım için sadece onun fotoğrafını çekebildim… Bu arada Celtic’in İskoçya’nın en önde gelen futbol takımlarından birisi olduğunu öğrendim. İskoçya’da kaldığım süre içinde herhangi bir spor karşılaşması izlemeye de fırsatım olamadı.


790 ADASI VAR

Suyun önemi… Bütün tarihi büyük yerleşim merkezlerinde olduğu gibi su kaynağının önemli bir faktör olduğunu İskoçya’da da görmek mümkün… İskoçya’nın üç tarafı deniz ile çevrili… Gölleri, nehirleri, dağları ile nefes kesici bir coğrafi bölge…Tam 790 adası var ve bunlardan 130 kadarında yerleşim sürüyor. Clyde nehrinde taşımacılık da yapılıyor. Nehrin iki yakasında binalar yükselirken üzerindeki değişik köprüler de ulaşımı kolaylaştırıyor…

İskoçya denince akla gelen şeylerden biri de doğal olarak Viski… Ama ben bu gezimde Viski yapılan yerleri gezmedim. O yüzden bu konuda yazabileceğim bir bilgim yok.

HAGGIS YER MİSİNİZ?

İçecekten yiyeceğe geçersem; Haggis’ten söz etmem gerekecek. İşkembe zarının içine, bulgur, üzüm, fıstık, ince doğranmış sakatatlar ve bol baharat karışımına iç yağ ilave edilerek doldurulması ile yapılan İskoçya'ya ait yöresel bir yemek. Açıkçası ben yemedim nasıl bir lezzettir bilmiyorum.


Son olarak sanal kimliklerden söz edersem; 007 James Bond ve Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu diyeceğim… Yıllarca beyaz perdede James Bond rolünü oynayan Sean Connery’nin İskoçyalı olduğunu hatırlayalım… Son yıllarda hem çocukların hem yetişkinlerin beğenisini kazanan, satış rekorları kıran Harry Potter romanlarında geçen Büyücülük Okulu’nun da romanlarda İskoçya’da olduğu yazılmıştı.  

Bir daha İskoçya’ya gider miyim, ya da ne zaman tekrar giderim? Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki “İyi ki gitmişim ve bu çok özel ülkeyi görme fırsatı yakalamışım”.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106