Öne Çıkanlar KOSGEB BAŞKANI CEVAHİR UZKURT ÇOSB Kreş ve Gündüz Bakımevi GİRAY DUDA Mustafa Varank

Lüks yolcu gemisi ile denizden tarihe yolculuk
 AHMET UZGEL

Gezimiz İtalya’nın Cenova kentinden başladı. İtalya’nın Napoli , Messina, Tunus’un başkenti Tunus, İspanya’nın Barselona ve Fransa’nın Marsilya kentine uğrayıp yine Cenova kentinde sona erdi.  

Gemiye gitmek için İstanbul’da havaalanında toplanıldı.  Uçakla Cenova’ya gidiş ile bu güzel gezimiz başladı. Cenova’ya ulaşmamız 2.5 saatimizi aldı. Ancak saat dilimi nedeniyle uçak yolculuğumuz 3.5 saat sürmüş oldu. Havaalanında bizi gemimize götürmek üzere otobüsler beklemekteydi. Heyecan içinde otobüslere binerek bir an önce gemiye ulaşma düşüncesiyle yola koyulduk. Yarım saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra gemiye ulaştık. 

GEMİDE PARA GEÇMİYOR

Giriş işlemleri yapıldı ve her yolcuya fotoğraflı ve barkodlu birer kart verildi. Bu kart gemiye giriş ve çıkışlarda, gemi  içinde kamara kapısını açmakta, gemide yapılacak harcamalarda kullanılıyor.  Gemide hiçbir şekilde para geçmiyor. Girişte verilen gemi kartına depozito olarak oda başına 250 Euro yükleniyor. Öncelikle yolcuların kredi kredi kartından 250 Euro çekiliyor, kredi kartı vermeyenler ise nakit olarak 250 Euro ödeme yapıyorlar. 

Gezinin 5. Günü odalara bırakılan harcama bildirimleri ile o zamana kadar yapılan harcamalar tek tek gösteriliyor.  Kredi kartı verenlerden gemi içinde yapılan harcamalar bu bedeli geçerse gezinin 5. gün kredi kartından tekrar harcanan fark için çekim yapılıyor. Nakit depozito ödeyenlerden de yeniden bedel isteniyor. Ödenmedikçe gemi kartı hiçbir yerde çalışmıyor, oda kapısı bile açılmıyor. Gemi kartları aynı zamanda pasaport yerine geçiyor, limanda gemiden inişlerde ve binişlerde gemi kartı kullanılıyor. Sadece Tunus’ta pasaportla gezi yapılıyor. 

Gemi İspanya Barcelona’ya  gelirken mülteci yasası nedeniyle pasaportlar gemi görevlilerince isteniyor ve rehberler tarafından  toplanıp resepsiyona teslim ediliyor. Cenova’da gemiden ayrılıncaya kadar gemi yönetiminde kalıyor. 

ÖNCE TATBİKAT VAR

Gerekli ödemeleri ve giriş işlemlerimizi yapıp gemi kartımızı aldıktan sonra  kamaramıza yerleştik. Ancak valizlerimiz bizimle beraber gelmediği için, kamarayı incelemekle yetindik. Ardından zorunlu acil tahliye tatbikatı için can yeleklerini alıp her kamarada yazılı olan toplanma yerine gitmemiz istendi. Gemide Türk çalışan olduğundan diğer dillerin yanında Türkçe toplanma anonsu da yapıldı. Tehlike anında neler yapmamız gerektiği anlatıldıktan sonra tatbikat sona erdi.



Tatbikatın ardından 8 günlük gezi boyunca uğrayacağımız şehirlerdeki geziler için yeni bir toplantıya katılmamız istendi. Kara turu gezileri, her şehirde farklılıklar gösteriyor. Tarihi ve kültürel zenginliklere ilgi duyanlar için ayrı turlar, alışveriş için ayrı turlar bulunuyor ve bunlar içinden herkes isteğine göre seçim yapabiliyor. Turlara 12 kişi katılırsa yerel rehberin yanında Türkçe konuşan rehber de bulunuyor. Kara turu gezilerinin ücretleri, gezilecek şehirlere ve gezi türüne göre değişmekle birlikte kişi başı ortalama olarak 60-80 Euro civarında. Yapılan incelemelerden sonra kara turlarına katılmak isteyenler, katılmak istedikleri turları belirliyor ve toplantı sona eriyor.

GEMİDE KAYBOLMA KORKUSU

Bunlar yapıldıktan sonra sıra gemiyi tanımaya geldi. Heyecanımız daha da arttı. Gemimiz yaklaşık 350 metre boyunda 30 metre eninde 18 katlı bir dev. Geminin 6. ve 7. katlarında lobi, resepsiyon,  barlar, restoranlar, alışveriş merkezleri, cazino (kumarhane) ve yaklaşık 1500 kişilik bir tiyatro salonu var. 8 ile 14. kat arasında ise çeşitli tipte yolcu kamaraları bulunuyor.  14. kat ve üstünde, havuzlar, eğlence yerleri ve 20 saat sürekli açık olan açık büfe restoran bulunuyor. Kendimizi kaybetme korkusu ile dolaşarak gemiyi tanımaya çalıştık. 

CENOVA’DAN DEMİR ALDIK

Bu arada gemi Cenova limanından ayrılarak Napoli’ye gitmek üzere yol almaya başladı.  Doğal olarak heyecanla en üst güverteye çıkıp ayrılışı izledik. Mükemmel bir görüntüyü arkamızda bırakarak gemimiz yol almaya devam etti.

Akşam yemekleri, herkes için önceden belirlenmiş restoran ve masalarda gezi boyunca aynı yerde yemek üzere düzenlenmiş ve 2 ayrı saat olarak belirlenmişti. Yani bir grup 19.30’da yerken diğer grup 21.00’de yiyordu. Biz yemek için 19.30’u  daha uygun bulduk.  Yemekler alakart usulü yeniyor. Masalara 1 hafta boyunca aynı garsonlar bakıyor. Masalarda genelde aynı ülkenin vatandaşları aynı masalara ve birbirlerine daha yakın yerleştiriliyor. Nedeni ise yemek listelerinin dağıtımında daha kolaylık sağlanması. Yemek listeleri çeşitli dillerde, ancak restoranda Türkçe yemek listeleri de vardı ve bizlere Türkçe yemek listeleri verildi. Bu durum yabancı dil bilmeyenler için çok kolaylık sağlıyordu.  



Yemeklere gelince, oldukça güzel ve lezzetli. Her ne kadar başlangıçlar aperatifler, ana yemekler, meyve ve tatlılar içinden seçim yapılıyorsa da,  istediğiniz kadar yenebiliyor ve tekrar istenebiliyor.  Çok değişik yemekler ve tatlılar bir şovla sunuluyor ve bu da yemeğe renk katıyor.

Gemide akşamları yaklaşık saat 17.00’den itibaren 5. ve 6. katlarda bulunan barlarda ve lobide canlı müzik başlıyor ve yolcular dans edip eğleniyor ya da oturup müzik dinliyorlar. Akşamları yemek saati ile dönüşümlü olarak anfitiyatroda genellikle müzikal eğlenceler birbirini izliyor.

POMPEİ HEYECANI

Gemimiz öğleye yakın Napoli limanına yanaştı. Kara gezilerine katılmak için rezervasyon yapan yolcular hemen gemiden inip, gezi için limana yanaşan otobüslere önceden belirlenen gruplar ve grup numaraları ile biniş yapıp, gezi yerlerine doğru birlikte hareket ettiler.

Bizim tercihimiz, Vezüv yanardağının patlaması sonucu yanardağdan püsküren küllerin altında kalan Pompei antik kentini ziyaret etmekti. Diğer gezilecek yerler ise olağanüstü manzaralarıyla Sorrento ve Capri adasıydı. Ne yazık ki hepsini aynı anda gezme şansımız olmadı. Çünkü yaklaşık 6 saatlik bir gezi zamanımız vardı. Yarım saatlik bir uzaklıkta olan Pompei’ye giderken, bu kenti külleri ile yok eden Vezüv yanardağının yakınından geçtik  ve  Pompei antik kentine ulaştık. Taşlaşmış insanları ve yaklaşık 1700 yıl küller ve toprak altında kalan antik kenti göreceğimiz için oldukça heyecanlıydık. 

Rehber eşliğinde geziye başladık. 1800’lü yıllarda tesadüfen bulunan antik kent, ülkemizdeki antik kent kalıntılarına göre yakın zamanda ortaya çıkarıldığı için çok daha iyi korunmuş durumdaydı. Yaklaşık 2000-2500 yıllık kent çok düzgün bir şehircilik düşüncesiyle oluşturulmuş; yollar ve evlerin yerleşimleri düzenli bir kent yerleşimi gözetilerek yapılmış. Her yerde çeşmeler bulunuyor. Hatta o dönemde su borularıyla evlere su dağıtımı yapıldığını gözlerimizle gördük.



İNSANLAR TAŞLAŞMIŞ 

Milattan sonra 79 yılında patlayan Vezüv yanardağı Pompei antik kentini küller altında bırakmış, o dönemde Vezüv’ün patlayacağı anlaşıldığından kent boşaltılmış. Ancak uyarılara rağmen ayrılmak istemeyen insanlar kalmış. Vezüv büyük patlamayı yapmadan önce gaz ve duman püskürtmüş. Bu gazlar kentin üzerine yayılmış ve kaçamayan insanlar daha çok zehirlenme nedeniyle ölmüşler. Sonra da kül ve toz nedeniyle şehrin üstü kaplanmış ve ölen insanlar yaklaşık 1800 yıl toprak altında bozulmadan öldükleri pozisyonda kalmışlar. Bulunan taşlaşmış insanların duruş şekillerine bakıldığında çoğunun burunlarını, ağızlarını kapatmış durumda öldükleri görülüyor. Antik kent alanında bulunan taşlaşmış insan ve köpek figürlerinin çoğu aslında alçıdan oluşturulmuş kalıplar. Orijinal kalıntılar Napoli’deki müzede koruma altında tutuluyor. 

Şehirde bulunan evler hala iyi korunmuş durumda olduğundan bazılarının içleri rahatça görülüyor. Bahçelerdeki ve duvarlardaki mozaikler ve heykeller çok iyi durumda sergileniyor. Yaklaşık 4 saat süren Pompei gezimiz kentin çıkışında anı için yapılacak alışveriş ve dinlenme amaçlı bir serbest zaman ile sona erdi. Çıkışta bulunan kafelerde Napoli’ye özgü limonlardan yenilebiliyor ve isteyenler Limoncello  adlı limon likörünü içebiliyor. Ayrıca buraya özgü olan ve deniz kabuklarına işlenen resimli kabartmalar da satın alınabiliyor. Ancak fiyatlarının çok yüksek olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

AH NAPOLİ

İlk gezimiz gemiye dönüşle sona eriyor. Zaman yokluğundan Napoli’nin içini gezemedik. Yolculuk sırasındaki gözlemlerime göre, Napoli’nin oldukça fakir bir kent olduğunu açık yüreklilikle söylemek isterim.  Kentin büyük kısmı bakımsız; evler  küçük ve gecekondu benzeri yapılmış. Yaklaşık 19.00 civarında gemi Napoli limanından ayrılarak Sicilya Adası’nın Messina kentine doğru yolculuğuna başladı.

DÜNYANIN EN DAR SOKAĞI TAORMINA’DA 

Sabah 09.00 sıralarında Messina limanına vardık. Bu bölgede gezilebilecek tek yer Taormina adlı küçük bir sahil kasabası. Dünyaca ünlü olan bu kasabayı görmek üzere otobüsümüze binerek yola koyulduk. Yaklaşık 30-40 kilometre uzaklıktaki bu kasabanın oldukça meşhur bir yer olduğunu rehberimizden detaylı bir şekilde öğrendik. Yolda kasabaya yaklaşırken ünlü Baba (The godfather) filminin çekildiği Carlaone köyünü gördük. Marlon Brando’nun filmdeki ailesinin adı bu köyden geliyor.  Küçük bir sahil kasabası olan Taormina oldukça eski bir tarihe sahip. Osmanlıların Romalıların izleri binalarda görülüyor. Evler genellikle iki katlı. Yollar ve sokaklar çok dar. Hatta bir sokağın bir kişinin girebileceği genişlikte olduğunu gördük. Öğrendiğimize göre bu sokak dünyada halen kullanılan en dar sokakmış.



SİCİLYA’NIN SİMGESİ  

Taormina’ya gelince halen faaliyette olan ve kraterinden dumanlar tüten Etna yanardağını da görmüş olduk. Taormina kasabasına 5-10 kilometre yakınlıkta ve dumanları tütüyordu. Bu arada Sicilya’nın kendine özgü bir simgesi var, Medusa başının etrafında 3 adet bacak. Bu Sicilya adasının 3 köşesini tanımlıyor. Kendilerine özgü bayraklarda hep bu sembol bulunuyor ve her yerde karşımıza çıkıyor. 

Güzel bir geziden sonra yine gemiye döndük. Gemimiz 15.00’de Sicilya’dan ayrılarak Tunus La Goulette limanına doğru ilerlemeye başladı. Gezdiğimiz İtalya kentleri daha çok İzmir gibi Akdeniz şehirlerine çok benzemekteydi. Acaba aynı şey Tunus için de geçerli miydi. Bu merakla bir an önce Tunus’a ulaşma isteğiyle gemiden yavaş yavaş ufukta uzaklaşan Etna yanardağına bakarak güvertede zaman geçirdik. Bu arada şarap severlere Sicilya’nın üzümlerinden yapılmış Sicilya’ya özgü Nero D’Avalon şarabı almalarını öneririm. Messina şehrini gezmek isteyenlere ya da gemi yakınında bulunan şarküterilerden pecorino adlı İtalyan peynirini - bizim kaşar peynirine benzeyen ama oldukça lezzeti bir peynir- almalarını öneririm. Bir de ricotta adlı peynir de var bizim lor peynirimize benzeyen. Damak tadına düşkün konukların alıp tadına bakabileceği bir peynir türüdür.

Gece Sicilya ile Tunus arasında oldukça yüksek dalgalar oldu ve bol bol sallandık.  Şimdiye kadar sakin ve gemide olduğumuzu anlamayacak kadar sakin bir yolculuk yapmıştık. Gemide iki adet dengeleyici olmasına rağmen bu kadar sallanmamız  dalgaların oldukça büyük olduğunun bir göstergesiydi sanıyorum.

TUNUS’TA OSMANLI İZLERİ

Sabah saat 08.00’de Tunus’un başkenti Tunus şehrinin Liman bölümüne ayak bastık.  Tunus’ta gezilebilecek farklı yerler bulunuyor. Bunların başlıcaları, Kartaca antik  kenti, dünyanın en büyük mozaik müzesi Bardo, Tunus’un kapalı çarşısı Medina ve Sidi Bou Said  adlı daha çok zenginlerin yaşadığı bölge. Bizim tercihimiz Bardo mozaik müzesi, Medina ve  Sidi Bou Said gezisi oldu.

La Goulette Limanı Tunus şehrinin biraz dışında olduğundan Medina kapalı çarsısına giderken şehri arabadan da olsa görme fırsatı bulduk. Hala askeri araçlar belli yerlerde konumlanmış durumda. Osmanlı döneminden kalma kaleler, yapılar hala duruyor. Medina Kapalı çarşısının, İstanbul Kapalı çarşısının çok çok küçük ve biraz kötü hali olduğunu söyleyebilirim. Tahmin edileceği gibi Medina bölgesinde ve kapalı çarşıda Osmanlı izleri her yerde görülüyor. Kapalı çarşıyı gezerken, sürekli sizlere bir şeyler satmaya çalışan satıcılar etrafınızda dolaşıyor. Bunların çokluğu ve ısrarcılığı zaman zaman sıkıntı verice bir hal alıyor.  

Kapalı çarşıda klasik olarak halı satıcıları ve özellikle koku, yağ ve hediyelik eşya satan dükkanlar çoğunlukla bulunuyor. Saçlara ve cilde iyi geldiği söylenen “Arkan yağı” her yerde bulunuyor. Buradaki alışveriş gezisinden sonra, dünyanın en büyük ve en güzel korunan mozaiklerin sergilendiği Bardo mozaik müzesine gittik. Müzede  büyük bir kısmı Osmanlı döneminden kalma Konak içinde sergilenen mozaikler gerçekten çok görkemli. Ancak belki çok miktarda olmasından özenle sergilenmediği düşüncesindeyim. 

Gitmiş olanlar bilirler, Gaziantep’te yeni açılan Zeugma Mozaik Müzesi , Bardo Mozaik Müzesi’nden çok daha güzel ve sergilenme şekli ile çok daha görkemli bir müze. Bildiğim kadarı ile ülkemizdeki Zeugma Mozaik müzesi daha da büyüyecek ve sergilenecek mozaikler daha çok olacak.  Her iki müzeyi de görünce bizim müzecilik konusunda ne kadar ilerlediğimizi de anlamış oldum.  Üstelik Osmanlı Konağı’nın  tavan işlemeleri  çok güzel olmasına rağmen bizim müzemiz sunuş ve düzen olarak çok güzel. 

KUSKUS’U BEĞENDİK

Bardo müzesi gezisi bittikten sonra öğle yemeği yemek için Kartaca kalıntılarının yakınında bulunan restorana gidildi. Burada Tunus’un meşhur yemeği kuskus da dahil olmak üzere açık büfe öğle yemeğini yedik. Kuskus öğütülmüş buğdaydan yapılan çok lezzetli bir tür bulgur yemeği. Bizim kadınlarımızın günlerde yapılan ‘kısır’ın bir benzeri. Bu arada aklıma gelmişken belirteyim. Gemide 3 öğün yemek fiyatlara dahil. Daha önce yazdığım gibi açık büfede 20 saat yiyecek bulunuyor. Ancak kara turları sabahtan öğleden sonra ya da akşama kadar olduğundan gemide öğle yemeği yeme şansı pek olmuyor. Diğer yandan gezi sırasında zaman çok dar olduğundan karada da öğle yemeği zor yeniyor. Genellikle kara gezilerinde rehberler tarafından 1 saat civarı serbest zaman veriliyor ama o da etrafa bakınıp hediyelik eşya alımıyla geçiyor. Bunu telafi etmek amacıyla kara turlarına katılan konuklar genel olarak sabahları açık büfeden meyve, poğaça ve kruvasan türü hafif atıştırmalıkları çantalarına alıyor ve gezi sırasında fırsat buldukça yiyorlar. Benim önerim de böyle yapılması yönünde.

DIŞARIDA YEMEYİN

8 günlük tur boyunca gemi dışındaki tek yemek Tunus’ta oldu. Bu gezilere daha önce katılmış rehberler Tunus’ta dışarıda lokanta bile olsa yemek yenmemesini önerdiler. Bizi götürdükleri restoran oldukça iyiymiş. Öğle yemeğinden sonra daha çok zenginlerin yaşadığı Sidi Bou Said adlı bölgeye gitmek için hareket ettik. Burası bahçeli villaların yoğun olduğu bir bölge. Villaların fiyatlarının milyon dolarları geçtiği belirtildi. Tunus şehrinin en gözde bölgesi. Tunus şehri genelde düz bir arazide bulunurken, bu bölgede ilerledikçe yükseğe çıkılıyor ve şehir panoramik olarak görülebiliyor. Gezimiz burada bitti ve gemiye döndük. Bu arada Tunus hakkında bir bilgi vermek gerekirse;  Arap ülkeleri içinde en modern, en laik ve en eğitimli olan ülke olduğu söylenebilir.  Fransız etkisi oldukça çabuk fark ediliyor. Bize söylendiğine göre tarihsel nedenlerden dolayı Türkler pek sevilmiyor. Genel olarak temizlik konusunda da ülkenin çok kötü bir karneye sahip olduğunu söyleyebilirim.

TUNUS-BARSELONA 24 SAAT 

Gemimiz saat 16.00 civarında limandan hareket ederek Akdeniz’i güneyden kuzeye geçmek üzere BarSelona’ya doğru yola çıktı. Bu yolculuk bir günden fazla sürdü. Gemi denizde yol alırken, konukların çoğu geminin en üst katlarında olan havuzların etrafında şezlonglara yerleşip güneşlendiler. Havuzlara girenlerin bazıları da havuz kenarlarında animatörlerce düzenlenen oyunlara katıldılar. Oldukça eğlenceli oyunlar danslar sürerken Latin dansları da uygulamalı olarak öğretiliyordu.

BARSELONA’DA SEÇİM YAPMAK ZOR

Uzun bir deniz yolculuğundan sonra sabah 10.00 civarı Barselona’ya vardık. Barselona’da gezilecek o kadar çok yer var ki, seçim yapmak oldukça zordu. Futboldan hoşlananlar için Nou Camp stadının içine girilen şehir turu, İspanyollara özgü Flamengo şovunun olduğu tur, olimpiyat stadının olduğu Montjuic tepesi vs. ve en önemlisi Barselona’nın en önemli mimarı Gaudi’nin yaptığı bitmeyen Kilise Sagrada Familia, Park Guel ve içindeki evlerin görülebileceği tur. Biz Gaudi turunu seçtik. 

Gemiden ayrılıp Limandan çıkınca bizi tepesinde Kristof Kolomb’un heykeli olan yapı karşıladı. Kaşif burada yaşamış. Buradan devamla şehir içinden otobüsle geçerek Park Guel’e doğru yola çıktık. Barselona çok düzgün yerleşimi olan bir şehir. Her kavşakta mutlaka bir heykel ya da sanatsal bir yapı bulunuyor. Şehir içindeki yolcuğumuz yaklaşık 45 dakika sonra şehre yüksekten bakan bir tepede sona erdi. Burası, dahi mi yoksa hayal gücü çok farklı mı tartışma konusu olan Mimar Gaudi’nin yapmak için başladığı evlerin olduğu bir yer. Gaudi’nin yapmak istediği ancak çok pahalı ve yaklaşık yüz yıl önce şehre uzak denilmesi nedeniyle satamadığı birkaç ev yıllar sonra turistlerin ziyaretine açılmış. Park Guel gerçekten çok güzel ve ilginç binaların olduğu bir yer. Barselonalı Mimar Gaudi gerçekten dünyada eşi olmayan kendine özgü, mutlaka görülmesi gereken ve görüldüğünde inanılmaz denilen binalar yapmış. Park Guel gezisi bittikten sonra hemen yine Gaudi’nin yapmak için başladığı ancak bitiremediği bu nedenle adı bitmeyen kiliseye dönüşen Sagrada Familia Kilisesi’ne geldik. Kilise oldukça büyük ve görkemli bir yapı. Gaudi kilisenin içi yerine bütün inceliği, sanatını dışında kullanmış. O kadar ince detaylar yapmış ki kilisenin sadece bir duvarını bitirebilmiş. Gaudi öldükten sonra bıraktığı plan ve çizimlerle kilisenin yapılmasına devam etmişler ve hala devam ediliyor. Yaklaşık 2024 yılında biteceği tahmin ediliyor. Kilisenin içi çok sade ama bir o kadar da ilginç bir mimariye sahip. Mutlaka görülmesi gereken bir yapı. Buradan sonra serbest zaman olarak Barselona’nın en önemli ve en turistik caddesi La Rambla’ya gittik. La Rambla İstanbul’un İstiklal Caddesi’ne benziyor. Dünyanın her yerinden gelen insanın dolaştığı bir cadde görüntüsünde. 

Saat 18.00 civarında, gemimiz rotasını Marsilya’ya çevirdi.

SON DURAK MARSİLYA

Geminin sabah 09.00’da limana yanaşması ile yeni bir şehir görme arzusu ile hemen tur için otobüse binerek yaklaşık 35 kilometre uzaklıktaki Aix en Provence kasabasına doğru ilerlemeye başladık. Aix en Provence özellikle Empresyonist ressam Paul Cezanne’ın, daha sonra birçok Fransız yazar ve sanatçının yaşadığı oldukça güzel bir kasaba. Eski bir tarihe sahip, insanlar inanılmaz derecede şık ve kibar. Güzel bir geziden sonra tekrar Marsilya’ya dönerek şehir içinde bulunan çok güzel bir yapı olan Su Sarayı’nı gördükten sonra yüksek bir tepede yer alan Notre Dame de la Garde Katedrali’ni ziyarete gittik. Bu katedral yüksek bir tepede ve tüm Marsilya’yı kartal bakışıyla izleyebileceğiniz bir konumda. Oldukça büyük katedrali gezdikten sonra gezimize serbest olarak devam ettik. Marsilya daha çok Arap ülkelerinden gelenlerin oluşturduğu Akdeniz’in en büyük limanına sahip Fransa’nın ikinci büyük kenti. Aynı zamanda Avrupa’nın en büyük kara alanına yayılmış bir kent. 

Yine küçük alışverişler sonrası gemiye dönüş. Gemi 16.00’da hareket etti. Gece valizlerimizi toplayıp saat 24.00’den sonra kapının önüne bıraktık. Valizler sabah terminalden alınıyor.

Sabah saat 08.00’de gezimizin başlangıç noktası olan Cenova’ya döndük. Gemiden ayrılarak otobüsle Cenova’nın merkezine ulaştık. Çok sayıda tarihi binanın olduğu eski bir liman kenti. Şehri biraz dolaştık, daha sonra havaalanına giderek İstanbul’a dönüş uçağına bindik ve bu güzel gezimiz sona erdi.
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106