GİRAY DUDA
Üniversitelerden mezun olan öğrencilerin, hangi branş olursa olsun doğrudan işe başlayacak bilgi ve tecrübeye sahip olmamaları ülkemizde çok tartışılan konulardan birisi. Yüzbinlerce sanayi kuruluşunun sürekli yakındığı kaliteli eleman bulamama sıkıntısına çare bulmak üzere Ankara’da bir üniversite kuruldu. OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Yülek’le yeni ve iddialı bu eğitim kuruluşunu konuştuk.
- Sayın Yülek, yeni açılan bir üniversiteye rektör olarak atandınız. Bu üniversite, bir organize sanayi bölgesinin kurduğu ilk teknik üniversite değil mi? Türkiye’de çok ünlü ve köklü teknik üniversiteler var, ODTÜ, İTÜ, YTÜ gibi. OSTİM bünyesinde bir teknik üniversite kurularak ne amaçlanıyor ve ne gibi eksikliklerin tamamlanması isteniyor?
- OSTİM statü olarak bir organize sanayi bölgesi ama biz ona bir sanayi havzası diyoruz. OSTİM’in hemen yanında, iç içe geçmiş durumda İvedik OSB var. Biraz ötede Sincan OSB ve Başkent OSB faaliyet gösteriyor. Sincan ve Başkent’i dahil bile etmeseniz, bölgeye bir göz attığınız zaman 100-120 bin çalışanı olan, işyerlerinin sayısı 15 bini geçen, üretim bazlı bir sanayi havzasından söz ediyorum. Elbette 15 bin şirketin hepsi sanayi kuruluşu değil. Burada bir sanayi ekosistemi kurulduğu için çevrede elbette çok değişik alanlarda faaliyet gösteren tedarikçi kuruluşlar da iş yapıyor. Bunların yanı sıra, teknokentler, Meslek Yüksek Okulları, sağlık tesisleri, alışveriş merkezleri de yer alıyor. Avrupa’da Monaco gibi daha küçük nüfuslu ülkeler olduğunu düşünürseniz burasını da bir ülke olarak kabul edebilirsiniz.
GÜÇLÜ BİR SANAYİ BÖLGESİ
- Almanya’nın ünlü Ruhr Havzası gibi olduğu benzetmesini yapmak yanlış olmaz sanıyorum.
- Gerçekten de Ruhr Havzası gibi. Ankara’ya daha geniş açıdan baktığınız zaman, 20 tane üniversite, diğer sanayi bölgeleri, teknoloji üsleri, Bakanlıklardan başlayarak bürokrasinin her biriminin temsilciliğinin olduğu bir yerleşim yerini görüyorsunuz.
OSB’lerimizde 15 kişilik işçi atölyelerinin yanı sıra dünyanın her yerine ihracat yapan KOBİ’lerimiz var. Faaliyet alanları sağlıktan ileri teknolojiye kadar çok geniş bir yelpazede yer alıyor. Son dönemde çok hızla büyüyüp neredeyse her ülkeye iş makinası satan firmalarımız var. Aselsan, Havelsan, Tusaş gibi güçlü savunma şirketlerini de biz bu ekosistemin parçaları olarak görüyoruz.
SANAYİNİN MERKEZİNDE KURULDUK
- Peki diğer üniversitelerden farkı olacak mı?
- OSTİM Teknik Üniversitesi denildiği zaman 15 bin işyeri, 120 bin çalışanı olan bir üretim bölgesinin üniversitesi akla geliyor. Elbette bizim Ankara’daki veya yurdun diğer yerlerindeki üniversitelerle ilişkimiz, bağımız da olacak. Çünkü, OSTİM’in diğer üniversitelerle birlikte yürüttüğü projeler var. Teknopark’ta ODTÜ ile ortaklığı var. Ankara’nın hemen her üniversitesindeki bölümlerle OSTİM işbirliği yapıyor ve projeler yürütüyor.
Biz de OSTİM’in kendi üniversitesi olarak o ekosistemin içerisinde, tam merkezinde yer almış olduk. OSTİM’in dünyanın değişik ülkeleriyle de enteresan ilişkileri devam ediyor. Belki 20 ayrı ülkeden bakanlar, değişik seviyede ve zamanda delegasyonlar gelerek ‘Biz OSTİM modelini Afrika’daki falanca ülkede, Ukrayna’da, Yemen’de nasıl hayata geçiririz’ demişler, işbirlikleri yapmışlar. Şimdi üniversite bunun üstüne geliyor.
Üniversitenin böyle farklı bir özelliği olunca farklı bir vizyonu da olması lazım. O vizyon yoksa bir yerlere gidemezsiniz. Türkiye’de 211 tane üniversite var şu anda. Sadece 212’nci üniversite olmanın pek bir anlamı yok.
ÜÇÜNCÜ NESİL ÜNİVERSİTEYİZ
- Öyleyse bu üniversitenin diğerlerinden farkı nedir? OSTİM Teknik Üniversitesi’ni bu açıdan anlatır mısınız?
- Nedir bu üniversite? Biz bir çeşit anahtar kelimeler kullanıyoruz. Bir çeşit “Mind Map” (Zihin haritası) gibi. Mesela ‘Tasarlayan ve Yapan Üniversite”, “Proje Üniversitesi” veya “Sanayi Üniversitesi” gibi. Ama iki kavram bunları tümüyle özetleyebiliyor. Birincisi Girişimci Üniversitesi kavramı. Diğeri de Üçüncü Nesil Üniversite kavramı. Bunların bizim kafamızdaki anlamı, direkt olarak hayatın, sanayinin, istihdamın içinde olan üniversitedir.
Birinci, ikinci, üçüncü dönem üniversite deyince ne anlıyoruz. Modernleşme döneminde bir ara üniversiteler kendilerini toplumdan iyice soyutlamışlar ve sadece eğitime önem vermişler. Daha sonra araştırmaya da eğilmişler ama bu da toptan, perakende olmayan bir araştırma niteliğinde kalmış. Üniversiteler, kendilerini uzun bir süre, tabi caizse ‘fildişi kule’ denilen korumalı bir alana çekmişler. Ülkemizde de bunun faydalarını ve zararlarını gördük, biliyoruz.
ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ BAŞARILI DEĞİL
Bu yaklaşımın sıkıntısı dünya çapında ortaya çıkınca bu kez ‘üniversitelerle sanayiyi nasıl işbirliğine çekeriz’ diye düşünülmeye başlanmış. Üniversite-sanayi işbirliği tartışmaları ve süreçleri ortaya çıkmış. Ama bu da dünyanın hiçbir yerinde çok fazla ilerlemedi ve başarı göstermedi. En çok ilerlediği ülkelerin ABD ve Almanya olduğu söylenir. Bu da tartışmalıdır. Ancak Türkiye’ye göre bu ülkelerde üniversite ile sanayi kesiminin işbirliği daha çok ve birbirlerine daha yakın duruyorlar. Ama orada da yeterli seviyede değil.
Burada bir zihinsel dönüşüm yapılıp üniversiteyi hakikaten gerçek hayatın içine sokmak gerekli. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.
Elbette şu anda kuruluş aşamasındayız. İlk öğrencilerimiz Ekim ayında eğitime başlayacaklar. Bundan sonra, kafamızda oluşturduğumuz kavramsal bazı şeyleri uygulamaya başlayacağız.
MEZUNLAR İŞYERİNDE YENİDEN EĞİTİLİYOR
- Hocam, bu girişimci üniversite çerçevesi içinde kafanızdaki kavramsal uygulamalardan söz ediyorsunuz. Nelerdir bunlar? Biraz açar mısınız?
- Eğitim tarafından başlarsak, her üniversiteden mezun olan öğrenciler işletmelere gidiyor ve çoğu kez işletmeler onları pek beğenmiyor. Bunlar bize uygun evsafta yetiştirilmemiş, diyorlar. Bu sefer kendi içinde yeni bir işbaşı eğitimi gündeme geliyor. İş yaparak öğrenmelerini istiyorlar. Biraz da rahatsız oluyorlar. Çünkü hem elemanı eğitmek hem de para ödemek durumunda kalıyorlar. Ne zaman ki çocuk işi iyice öğreniyor ve işletmeye yararlı hale geliyor, o zaman da bir bakıyorsunuz başka yere gidiyor. O yüzden de hem dünyada hem de Türkiye’de, bu sebepten dolayı üniversitelilerin arasında işsizlik çok yüksek. Üniversiteli insan çok pahalı bir input gibi gözüküyor. Karşı taraf da eğer rafine insanlar aramıyorsa nitelikli olmayan işleri de üniversite mezunları yapıyor. Mezunlarda kendilerine saygı sorunu da ortaya çıkıyor.
Üniversitelerde yetiştirdiğimiz öğrenciler işyerlerini tatmin etmiyor. Biz çok nitelikli öğrenciler yetiştirdiğimizi zannediyoruz ama burada önemli olan onların ne dediğidir.
LİSE DÜZEYİNDE GÜZEL ÖRNEKLER VAR
- Bunun benzeri olarak meslek liselerinin kaliteli eğitim yapmadığı, öğrencilerin doğrudan sanayi kuruluşlarının ara eleman eksiğini, ihtiyacını karşılamaya yetecek donanımda olmadıkları vurgulanır. Şimdi bu konuda da ciddi adımlar atılıyor. TOBB, her ilde bir okulun yönetimini üstlendi. Bizim Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi gibi kimi OSB’ler Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri kurdular. Lise öğrencileri eğitimlerinin bir kısmını doğrudan sanayi kuruluşları içinde yapıyorlar.
- Evet çok güzel örnekler ortaya çıkmaya başladı. Meslek eğitimi deyince her türlü meslekten söz ediyoruz. Sekreterlik de bir meslektir. Örneğin muhasebecilik, yazılımcılık da başka mesleklerdir. Bizim Türkiye’deki mesleki eğitimi tartışması çok uzun yıllardan beri sürüyor. Bu tartışmalarda daireler çizilip duruluyor ve hiçbir sonuca ulaşılamıyor.
Bence liseler hakkında radikal bir uygulamaya girmemiz gerekir. Sadece meslek liseleri kalmalı eğitimde. Normal lise olmayacak. Herkesin bir mesleği olacak. Siz çocuğunuzun meslek lisesine mi normal liseye mi gitmesini isterdiniz?
NORMAL LİSELER KALKMALI
- Ben gerçekten kaliteli, doğru eğitim veren bir meslek lisesine gitmesini isterdim.
- Ama insanların yüzde 90’ı statü açısından çocuğunun normal liseye gitmesini istiyor. Diploma bu açıdan çok ağır basıyor. Hepimiz çocuğumuzu normal liseye göndermek istiyoruz. Meslek lisesini biraz alt eğitim kurumu gibi görüyoruz.
Bence bu radikal kararı almalıyız. Normal lise diye bir şey olmamalı. Liseden çıkacak herkesin bir mesleği olmalı. Ortak olarak da matematik, Türkçe, Edebiyat vs. dersleri alsın. Osmanlılarda her padişahın bir mesleği vardı. Adamlar sultandı ama meslek sahibi olmak için de çok emek harcamışlardı. Bir kere hepsi şairdi. Abdülhamid de usta bir marangozdu.
MESLEK SAHİBİ OLMAK İYİ BİR ŞEY
Üniversiteye gitmeden önce bir mesleğe sahip olmak insanı küçültücü bir şey değil. Toplumsal statü olarak hep yukarıya gitmek isterken meslek lisesi beni aşağıya çeker gibi bir düşüncenin olmaması gerekir. Tabii altyapısını, üstyapısı, yazılımını, binasını, müfredatını, teçhizatını ona göre ayarlamak gerekir.
Öğrenciler sonuçta üniversiteye bir meslek sahibi olmak için geliyorlar. 100 tane üniversiteliye giriş yılında sorsanız ‘neden üniversite okuyorsun’ diye çok azı ‘meslek için’ cevabını verecektir. Aynı soruya Almanya’da çok daha fazla öğrenci ‘meslek için’ cevabını verir. Çünkü Almanya’yı Almanya yapan bu meslek bilincidir. Ülkemizde önce aileleri yönlendirip, eğitip ondan sonra bu reformları yapmak lazım.
Üniversitede, kafamızdaki projeleri deneyeceğiz ve aldığımız sonuçlara göre ilerleyeceğiz. Bir kere, her öğrenci, en az diğer üniversitelerde alabileceği bilgi kadar bilgi alacak. Bizim beklentimiz, onlardan çok daha nitelikli biçimde mezun olacağı biçiminde.
HAFTADA BİR GÜN İŞYERİNDE
- Üniversitenizde ne gibi farklılıklar olacak ki böyle üstün sonuç alacaksınız?
- YÖK’le de görüşüp bilgilendirdiğimiz bir uygulamamız olacak. Öğrenciyi birinci sınıftan itibaren haftada bir gün işyerinde tutmak istiyoruz. Üç kredili bir ders olacak. Uygulamalı eğitim gibi bir ders olacak ve müfredata ekledik. Öğrenci birinci sınıftan itibaren işyerinin atmosferini öğrenecek, nasıl davranılacağını anlayacak, teknik bilgileri almaya başlayacak. Yedinci dönemden sonra, sekizinci dönem zaten tamamen şirket içinde geçecek.
İŞ TECRÜBELİ MEZUN
- Buna hemen ilk sınıfta başlayacaksınız öyle mi?
- Evet, hemen bu uygulama başlayacak. Burada biraz zorlanacağımızı da bekliyoruz. Çünkü Türk halkı da buna çok hazırlıklı değil. Ama yapmak istiyoruz. Bunu yaparken öğrencinin normal teorik derslerden bir kaybı olmayacak. Ama bu şekilde başladığında, son sınıfı bitirip mezun olunca ‘iş tecrübeli mezun’ olarak mezun edeceğiz. İş garantisi sözünü kullanmak istemiyorum, çünkü çok aşındı bu deyim Türkiye’de, bu durum fiili bir iş garantisidir. Çünkü o çocukların hepsi doğrudan bu şirketlerde iş bulacak. Ama biz böyle bir şeyin garantisini vermeyiz, etik olarak da, ‘garanti veriyoruz’ diyemeyiz.
GİRİŞİMCİLİK KARNESİ DE ALACAK
Bunun gibi, bizi dünyanın diğer üniversitelerinden ayıran özelliklerimiz var. Birisini daha söyleyeyim. Öğrenciyi, dört yılın sonunda bir girişimcilik karnesi ile mezun edeceğiz. Girişimcilik karnesi şu demek: Girişimcilikle ilgili dersleri öğrenciler almak zorunda zaten. Sen bir şirket kurdun mu? Bir şirkette şu kadar saat çalıştın mı? Bunları da bizim sistemimizde otomatik olarak yapacak öğrenciler. Girişimcilik projesi dersini aldın mı? Bir fikir geliştirip dört yıl boyunca bir ‘business plan’ hazırladın mı? Mesela bir proje için KOSGEB desteğine başvurdun mu? Grup çalışmasında yer aldın mı? Bunları yaparsa, öğrenci 100 üzerinden bir değerlendirme ile Girişimcilik Karnesi alacak mezun olurken. Bu öğrencinin ileride mutlaka girişimci olması gerekmiyor. Devlet memuru da olabilir ama girişimci kafaya sahip bir devlet memuru olacak. Kendi şirketini de kurabilir. Amenna. Onda zaten bir sıkıntı yok.
ÖĞRENCİ ‘MAKER’ OLACAK
Başka bir özelliğimizi daha anlatayım. Biz öğrencileri ‘maker’ yapmak istiyoruz. Maker şu demek. Bizim teknik üniversitelerimizden mezun olan öğrenciler teorik olarak yabancılar tarafından çok beğeniliyor. Çünkü buradan mezun olan öğrenciler çok parlak öğrenciler. Ama yine yabancılar diyor ki, bu öğrencilere bir şey yap dediğinizde yapamıyorlar. Ben de Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü bitirdim. İlk defa mühendis olarak elime eğe alıp kullanmak üçüncü sınıfta Almanya’daki stajım sırasında mümkün oldu. Laboratuvara da ilk kez üçüncü sınıfta girdik. Kaldı ki laboratuvar da insana gerçek dünyadaki laboratuvar kadar fazla bir şey öğretmiyor.
BİRİNCİ SINIFTA OTONOM ARAÇ YAPACAKLAR
Birinci sınıfta mühendislikleri ve sosyal bölümlere Girişimcilik Projesi dersi koyduk. Bizde sosyal olarak sadece Uluslararası Ticaret ve Finans var. Çünkü bizde her şey sanayi ve ticaretle ilgili. Ayrıca 4 yıllık ve 2 yıllık meslek yüksek okullarımız da var. Bu projede önceden öğrenciye bir otonom araç yaptırmayı planlamıştık. Üç mühendislik fakültesinin öğrencileri 9’ar kişilik gruplar halinde birleşerek otonom araçlar yapacak. Biz üniversite olarak bir bütçe sağlayacağız onlara. Ancak beklentimiz, kimi parçalar için, örneğin sensor için çevresindeki 15 bin tane işletmeden kendisine yardımcı olacakların kapısını çalıp konuşması ve talepte bulunması. Dolayısıyla onu da öğrenmesi. Rulmanını, sensorunu şirketlerden hurdalıklardan sağla, otonom bir araç yap, bu otonom araçlar birinci sınıfın sonunda yarışacaklar. Birinci ödül alacak. Dersi geçmek için her öğrenci bunu yapmak zorunda olacak. Şimdi bunu birkaç gruba ayırmayı da planlıyoruz. Drone, otonom araç gibi kategorileri çoğaltacağız. Öğrenciler yeni bir kategori getirirse onu da kabul edebiliriz. Birinci sınıfta araç yapan bir mühendis eğitimi yapmak istiyoruz. Biz buna ‘maker engineer’ (yapan mühendis) diyoruz. Türkiye’nin ‘maker’ üniversitesi yok. Çünkü Türkiye ‘maker’ bir ülke değil.
‘MAKER ENGINEER’ OLSUNLAR
- Birinci sınıf eğitimi bunu yapması için yeterli olacak mı?
- Bunu da aramızda çok konuştuk. Dünyanın her yerinde öğrenciye son sınıfta bir proje yaptırılır. Çoğu kez bu proje de öğrenciye bir şey sağlamaz. Evet çocuğa fizik, matematik gibi dersleri öğretmem lazım. Ama bir de mekanik zeka, mekanik beceri var. Mesela, makine mühendisliklerinde ‘machine design’ (makine tasarımı) diye bir ders okutulur. Örneğin, bir kapının kulpuna dokunup onu açtığımız zaman içinde hareket eden bir sistem vardır. Öğrenci bunun teorisini bilir ama buna hiçbir zaman eli değmez. Sizin Çerkezköy OSB’de sanayi içinde, üretim sürecinde kendini yetiştirmiş öyle ilkokul mezunları vardır ki bir mühendisin, profesörün bilmediği şeyleri yapabilir. Bu ayrı bir bilgi ve beceri. Benim bunu da vermem lazım. Bu ikisi birleşmezse ben iyi bir mühendis de iyi bir işletmeci de yetiştiremiyorum.
Örneğin dünya çapında bir üniversitemiz var. Orada da motor profesörümüz var. Kendisi harika bir motor hocası. Teorik olarak katsayıları ezbere biliyor, belki tasarım da yapabiliyor. Sonra sizin otomobiliniz bozulduğunda hocamız size yardımcı olamıyor. Buna karşılık sanayideki ilkokul mezunu usta, siz aracınızla girerken sesinden ne sorun olduğunu anlayıp çaresini buluyor. Bizim birinci tür çok sayıda profesörümüz olsa ama ikinci türden kimsemiz olmasa, düşünebiliyor musunuz otomobilleri tamir bile edemeyiz. Savaşa gitsek tanklar yarı yolda kalır. Bizim bu Çin Seddini yıkmamız, maker engineerler yapmamız lazım. Hem de her alanda.
TIP EĞİTİMİ İSTEDİĞİMİZ GİBİ
Türkiye bunu örneğin tıpta çözmüş. Gerçek doktorlarımız var. Tıpta öğrenciler üçüncü sınıftan itibaren hastaya dokunuyorlar. Profesörler akşam yazı okuyup makale yazıyor, sabah da muayeneye, ameliyata gidiyor.
Ama mühendislikte böyle değil. Çok kaliteli öğrenciler buralarda okuyor. Ama elini motora değdirmeden mezun oluyor. Bu eğitim yarım eğitim.
Geçenlerde Kanada’dan bir üniversitenin yöneticileri geldi. Biz projelerimizi anlattık. Çok beğendiler ve kendileri de uygulamak istediler. Biz de onların bir uygulamasını beğendik. Öğrenci, bir şirket, startup kurmadan mezun olamıyor. Bizde ise bunu uygulamak mümkün değil. Öğrenciye şirket kurduracaksın, mezun olduktan sonra, iş ararken, askere giderken o şirket ne olacak? Şirket kurmak ciddi bir olay. Ama onlar bunu yapmışlar. Çünkü şirket de yenilikçiliğin bir numaralı göstergesi. Yeni bir fikir şirketleşirse ticarileşiyor. Biz de mecburi tutmadık ama öğrencimiz bir şirket kurarsa doğrudan 100 üzerinden 40 puanı alacak.
KULUÇKA MERKEZİ PLANLIYORUZ
- Bu tür girişimcilik için, koşulları hafifletilmiş öğrenci şirketleri kurulabilse bence de iyi olur.
- Evet ama tabii yasada değişiklik yapmak gerekir. Bizim Sermaye Piyasası Kanunu ve Ticaret Kanunumuzun değişmesi gerekir. Ticaret Kanunu birkaç yıl önce değişti ama doğru şeyler de gelmedi. Biz bir formül olarak kuluçka merkezi kurmayı planlıyoruz. Umman’da bile öğrenciler için açılmış kuluçka merkezleri gördüm. Biz de de birkaç teknik üniversite kuluçka merkezlerini başarılı biçimde çalıştırıyor.
SANAYİCİLERE BURSLARIMIZ VAR
- Öğrenci ücretleri çok yüksek olmayacak inşallah?
- Çok da düşük olmayacak. Ankara’nın en yüksek ücretli üniversitesi olmayacağız, bir alt kademede duracağız. YÖK’e söz verdiğimiz yüzde 50 burslu ücretimiz de var. Bu arada şunu söyleyeyim, elektrik ve makine mühendisliği ile uluslararası ticaret bölümü tam burslu. Bunlar tamamen burslu. Bilgisayar mühendisliği için de yüzde 50, yüzde 25 gibi çeşitli düzeylerde burs vereceğiz.
Bir enteresan burs sistemimiz daha var. O da şöyle: OSTİM-İvedik Sanayi Bölgesi üyelerine yüzde 15 daha indirim yapıyoruz. Üye deyince, kendileri, ortakları, çalışanları veya onların çocuklarını kastediyorum. Türkiye’nin her yerindeki sanayi bölgelerinde iş yapanların çocuklarına da ek yüzde 10 indirim yapıyoruz.