Öne Çıkanlar Endüstri 4.0 Av. Ferhan Arıkan Halil Aksu Hababam Sınıfı ÇOSB ÇOSB Habertürk Bakış programı

Günümüze uykulukçuları miras bırakan tesis: SÜTLÜCE MEZBAHANESİ
Hüseyin IRMAK

İstanbul Haliç’inin kıyısında bulunan ve eski bir Rum köyü olan Sütlüce, adını burada bulunan bir mağarada akan sudan alır. Bu kaynak suyunun, kadınların sütünü çoğaltmaya ve sütten kesik kadınların sütünün gelmesine yaradığına inanılmaktadır. Suyun bu özelliğine atfen kaynağa bir kadın heykeli yapılmıştır. Kaynaktan gelen su, kadının göğüslerinden akmaktadır. Bu su, Osmanlı döneminde de aynı şekilde kullanılır fakat artık bir görevlisi vardır. Buradan su almaya gelenler kadın heykelinin olduğu bölüme girememekte, yanlarında getirdikleri kapları sadece görevli doldurup kendilerine vermektedir.

            Semte adını veren bu mağara suyu ile göğüslerinden beyaz köpüklü su akan kadın heykelinin ne zaman ortadan kaldırıldığı ve akıbetini pek bilemiyoruz fakat Sütlüce 20. yüzyıl başından itibaren bir başka özelliği ile daha tanınacaktır. O da mezbahanesidir.

Kapasite bakımından şehirdeki en büyük endüstriyel kuruluşlardan biri olarak Mezbahane, o dönem şehre uzaklığı ve su kıyısı olması nedeniyle (çünkü hayvan kesiminden akan kan rahatlıkla suya verilebilecektir) buraya kurulur. Fakat günümüze uykulukçu dükkanlarını miras bırakan mezbahane, öyle pek de sorunsuz biçimde kurulamaz. Mahalle aralarında kesim yaparak geçimini temin eden kesiciler ile mahalle kasapları, mezbaha kurulmasını ve bu işin merkezi bir şekilde yapılmasına karşı yoğun sokak gösterileri yapar. Çeşitli gözaltılar yaşanır. Sonunda gecikmeli de olsa mezbahane yapılır. Uzun yıllar Karaağaç Kurumları olarak hizmet veren Sütlüce Mezbahanesi, Haliç’te sebep olduğu büyük kirlilik nedeniyle 1980’lerde kapatılır. Sonrasında bir süre atıl kalan dev tesis, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kültür merkezine çevrilmek üzere düzenlenir. Şimdilerde Haliç Kongre Merkezi ismiyle hizmet veren ve çeşitli yapı üniteleri ile otopark eklenen yapının kuruluş hikayesi nasıldı acaba?




SALHANELERDEN MEZBAHANEYE

Çeşitli kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla 13. yüzyılda yaşanan Latin işgali ve yıkımı nedeniyle tarumar olan İstanbul, 1453’e kadar bu izleri taşımaya devam eder. İstanbul’un Osmanlılarca alınışından sonra Sultan II. Mehmed (Fatih), vakit kaybetmeden şehrin imarı ile ilgili düzenlemelerde bulunur. Bunlardan biri de Yedikule surları dışına, deniz kenarına 33 adet kagir salhane (kesim yeri) yaptırmasıdır. Böylece aslında mezbaha dönemini Osmanlı’da açan isim olur. Sonraki çağlarda mezbahaların beşiği sayılacak olan Fransa bile o yıllarda hayvanların sokaklarda ilkel şartlarda kesildiği bir yerdir.

SALHANELERİN GELİRİ BÜYÜK AYASOFYA’YA

Fatih, hayvan kesimi ve et satışını denetime sokar. Şehir içinde hayvan kesilmesini yasaklar. Söz konusu 33 kesim yerinden 19’u koyun, 12’si sığır için ayrılır. 2 adedi ise pastırma için düzenlenir. Bunlardan her biri şehrin bir semtine, askeri birliklere ve saray ihtiyaçlarına tahsis edilir. Çalışan görevlilerin isimleri, çalışma kuralları özel bir deftere düzenli şekilde kaydedilerek bir teşkilata bağlanır, varidatı da Büyük Ayasofya’ya vakfedilir.

Öte yandan şehrin her semtinde ancak belli sayıda kasap dükkanı açılmasına izin verilir ve ete narh konur. Kasaplar, Koyun Emini’ne bağlıdır. Koyun Emini şehrin et ihtiyacını zamanında karşılamak, narh dahilinde temiz ve iyi et sattırmak, her vilayet ve eyaletin İstanbul’a göndermesi gerekli olan canlı hayvan sirkülasyonunu mevsiminde karşılamakla görevlidir.

1698’DE KAÇAK KESİME KARŞI FERMAN

Fakat zaman içinde kuralların gevşemesiyle Eyüp sırtlarında, sur dışında ve şehir içinde hayvan kesimine başlanır. Giderek artan bu durumun önüne geçilmesi için 1698’de II. Mustafa tarafından bir ferman çıkarılarak önlem alınır.

İmparatorluğun gerileme devrinde bu konuda yine gevşemeler olur. Tanzimat’ın ilanında (1839) gedik usulü kaldırılınca eski düzen tamamen bozulur. Her isteyenin kasap dükkanı açtığı ve dükkanın arka tarafında kesim yaptığı bir dönem başlar. Girişilen devlet düzenlemeleri de sonuç vermez. Kayıtlara göre 1839 itibarıyle İstanbul’da 1260 kasap bulunmaktadır fakat bunların kaçında kesim yapıldığı konusunda bir bilgi yoktur.



LANGA’YA MEZBAHANE NEDEN YAPILAMADI?

20. yüzyıla gelindiğinde durum bu merkezde devam ederken Operatör Cemil (Topuzlu) Bey, 1912’de Şehreminliği görevine getirilir. Gülhane’yi, sarayın dış bahçesi iken, zorlu engelleri aşarak halka açık bir park haline getirmek gibi önemli projelere imza atan Cemil Bey, İstanbul’un modern bir mezbahaya kavuşması ve bu konuda bütün ihtiyacın karşılanması için uluslararası bir proje yarışması açar. Yarışmaya altı yabancı firma teklif verir. Kurulan komisyon yaptığı görüşmeler sonucunda Paris mezbahalarının genel işletmecisi M. Emille Camus’un temsilcisi olduğu şirketin (E) koduyla verdiği teklifi kabul ederek sözleşme imzalar.

Bu sözleşmeye göre mezbaha, Langa Bostanı’nda, demiryolunun her iki yanına veya Şehremaneti’nce gösterilecek şehir dışında herhangi bir yere kurulacaktır. 64 bin 307 metrekaresi kapalı, 160 bin 232 metrekaresi açık olmak üzere toplam 224 bin 545 metrekarelik bir alana sahip olacak ve bir mezbahanede bulunması gereken bütün üniteleri barındıracaktır.

2 milyon Frankı istimlak, 16 milyon Frankı ise tesis inşa bedeli olarak toplam 18 milyon Franka mal olacağı düşünülen tesis iki yılda bitirilecek, işletme imtiyazı ise 40 yıllık olacaktır. Gelirin yarısı (senelik tahmini bedel 34 bin 910 liradır) Şehremaneti’ne verilecek, mevcut tarifeye zam yapıldığında doğan fiyat farklarının tamamı Emanet’e kalacaktır. Ayrıca Şehremaneti, istediği takdirde sözleşmede yazılı şartlara uygun olarak 20 yıl sonra imtiyazı satın alabilecek ve imtiyaz süreci bitiminde tesis tamamen bedelsiz olarak Şehremaneti’ne kalacaktır. Fakat bazı bürokratik eksikliklerle Vilayet Meclis-i Umumi’sinin yaptığı itirazlar nedeniyle çalışmanın başlaması gecikir, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi de çalışmayı tamamen engeller.



DENETİMSİZ MEZBAHA CEHENNEMİ

Öte yandan şehir içinde çeşitli semtlerde bulunan ve denetimi Ziraat Nezareti müfettişlerince yapılan özel mezbahalar kötü bir durum arz etmeye devam etmektedir. Savaş döneminde bu işletmelerin bir kısmı tasfiye ettirilerek önce sayıları 147’ye daha sonra da 22’ye düşürülür. Bunlar Tophane, Selimiye, Tavukpazarı, Fatih, Yenişehir, Beykoz, Sarıyer ve Şişli’dedir. Kontrol işlemi Ziraat Nezareti’nden alınarak Şehremaneti’ne verilir.

Fakat durum oldukça kötüdür. Kesim binaları salaştır. Hayvanlar dışarda da  kesilmektedir,  işkembeler, bağırsaklar orta yerdedir ve civar sakinlerinin yolu zaman zaman bu nedenle tıkanmaktadır. Bazen kesimden kaçan boğalar ve ellerinde kanlı halatlarla arkalarından koşan kasaplar halk arasında panik yaratmaktadır. Kedi ve köpekler ise yakaladıkları ciğer parçalarını sokak aralarına kaçırıp yemektedir.

FRANSA 3 MİLYON FRANK TAZMİNAT İSTEDİ

Savaşla birlikte görevinden ayrılıp Cenevre’ye giden Cemil Bey, Mütareke sonrası döndüğü İstanbul’da 3 Mayıs 1919 itibariyle yeniden Şehreminliğine getirilir. Operatör Cemil Paşa, mezbahane konusu ile tekrar ilgilenirken mezbahaların kötü durumu nedeniyle İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan baskı görmeye başlar.

Bu arada 17 Temmuz 1919’da Fransa Olağanüstü Başkomiseri, Hariciye Nezareti’ne bir protesto mektubu verir. Mektupla savaştan önce Şehremaneti tarafından Fransız (E) projesi sahiplerine verilen mezbaha işletme imtiyazı hatırlatılarak sözleşme şartlarının yerine getirilmediği ifade edilerek 3 milyon Frank tazminat istenir.

Dahiliye Nezareti kanalıyla Emanet’e gelen protesto mektubuna verdiği cevapta Cemil Paşa, böyle bir mezbahanın ancak 5-6 yılda inşa edilebileceği ve 5-6 milyon liraya mal olacağını oysa şehir içindeki “mülevves kesim yerlerinin” derhal kaldırılması zorunluluğundan bahseder. Ayrıca “Anadolu cihetinde Selimiye Mezbahası ciheti askeriyeden isticar ve buraya pek uzak olan Erenköy, Beykoz, Sarıyer, Bakırköy ve Adalar’da kavaidi sıhhiyeye muvafık mezbahalar istihzar ve İstanbul, Beyoğlu için de, inşaatı münakasada en ehven fiat teklif eden Manizade Hacı Hüseyin Efendi’ye yedi ay zarfında ikmal olunmak üzere ihale edilmiştir” diye yazdığı cevabını 11 Kanun-u Evvel (Aralık) 1919’da gönderir.

 Cevapta ayrıca yapılan mezbahanın “muvakkat mahiyette” olduğu, 5-6 sene sonra esaslı mezbaha yapıldığında buranın “herhangi bir sebeple istimali mukarrer olduğu, binaenaleyh Emaneten inşa edilmekte olan mezbahanın vücuda getirilmesinin (E) projesi sahibinin hukukuna dahil olmadığı” belirtilerek istenen tazminatın hukuki dayanağı bulunmadığını belirtir.   

 

SÜTLÜCE’NİN TEMELİ 29 KASIM 1919’DA ATILDI           

17 Temmuz’da gelen protesto mektubunun hemen ardından 22 Temmuz 1919’da Cemil Paşa, Bakteriyolog Rıza İsmail Sezginer’i çağırarak konuyu değerlendirir ve onun Almanya’da bulunduğu sırada mezbahalar üzerine yaptığı incelemeler ve getirdiği projelerden yararlanılarak Mimar Vedat bey’le (Bazı kaynaklarda mezbahane mimarları olarak Ahmet Burhaneddin, Osman Fıtri ve Marko Logos’un bilindiği ve yapımda kullanılan çelik strüktürler, tuğla ve kiremitlerin yurtdışından getirtildiği söylenir) birlikte çalışmalara başlamasını ister. Proje hazırlanır ve mezbahanenin yapımı başlar.

Tazminat talebi ile sıkıştırılan Şehremaneti, bir an önce mezbaha inşa etmek durumunda olduğunu düşünmektedir. Bu zorunluluk nedeniyle tesisin kurulacağı arsanın istimlâkiyle bile uğraşılmaz. Arazi askeriyeden üç yıl müddetçe kiralanarak inşaat başlatılır. 29 Kasım 1919’da temeli atılan tesiste, 3 kesim pavyonu, 4 ahır, tulumba makine binaları, su tulumbaları, kahvehane, yemekhane bulunmaktadır. İnşaat 396 bin liraya mal olur, arazinin sonradan yapılan istimlâki için ise 29 bin 910 lira ödenir.

Bu arada Cemil Paşa görevden çekilmek durumunda kalır. İşgal ortamı, şehremanetinin düştüğü sıkıntı gibi nedenlerle mezbahane çalışması sekteye uğrar.

12 TEMMUZ 1923 GÜNÜ TÖRENLE HİZMETE AÇILDI

Sonraki yıllarda şehremini Haydar Bey, çalışmayı tamamlama gayretine girer. 1923’te görevde bulunan (ve Cumhuriyetin ilanından sonra şehrin ilk vali ve şehremini olan) Haydar Bey de Bakteriyolog Rıza İsmail Sezginer’i çağırtarak mezbahanenin fenni tesisat projelerini hazırlatmasını ister. Proje tamamlanır ve uygulamaya sokulur. Nihayet tesis 12 Temmuz 1923 günü törenle hizmete açılır. Açılış nedeniyle Şehremaneti’nden Dahiliye Vekaletine yazılan 14 Temmuz 1923 tarihli tezkerede; “Şehrihalin 12 inci perşembe günü umumi mezbahanın resmi küşadı bilicra 70 seneden beri esbab ve mevanii malûmeden naşi akim kalmış olan bu teşebbüsü hayrinde sayeî devletlerinde müyesser olduğu arzolunur” denir.

KASAPLAR MEZBAHAYA KARŞI ÇIKTI

Açılış için merasime gelecek misafirler için Haliç Şirketi’nin 9 numaralı vapuru tahsis edilir. Dönemin bazı milletvekilleri, şehrin üst yöneticileri ve yabancı misafirlerin hazır bulunduğu törende bir jandarma müfrezesi de güvenliği sağlar. Çünkü başından beri İstanbul’un kasapları mezbaha yapımına karşı çıkmaktadır. Haydar Bey’in, çalışmaları jandarma ve polis müfrezeleriyle denetlemesi ile yürütülebilen faaliyet ilerledikçe kasaplar hiç olmazsa biraz daha geciktirme yoluna giderse de başarılı olamazlar. Mezbahanın çalışmaya başlamasından sonra da bu güvenliğin sürmesi gerekmiştir. Çünkü muayeneye, hastalıklı etlerin imhasına ve etlerin kamyonlarla dükkanlara kadar nakline cephe alan kasaplar bazen isyana varan şiddetli tepkiler gösterir.

Açılışı takip eden dönemde ise Avrupa mezbahalarını incelemek üzere Profesör Hulki Erem ve Şehremaneti Veteriner Müdürü Esat Evsen Avrupa’ya gönderilir. Bu incelemeler sonucunda bir kaç yıl sonra Mezbahaneye soğuk hava tesisleri ile buz fabrikası, canlı hayvan pazarı ve pay yeri, et satış salonu ve idare binası, işkembe, paça, bağırsak temizleme yerleri, otopsi salonu, ihrak fırını gibi üniteler eklenir.

Mezbaha Sütlüce’ye kurulurken buranın sağlıklı bir mezbaha için elverişli olmadığı çeşitli raporlarda belirtilmiş olmasına rağmen kurulan yeni ünitelerle başlangıçta 3 kesim pavyonu ile başlayan tesis Sütlüce’ye iyice yerleşmiş olur.

SOĞUK HAVA TESİSİ VE BUZ FABRİKASI

Soğuk hava tesisleri ve günde 50 ton buz üretme kapasiteli buz fabrikası 339 bin 526 liraya malolur ve 20 Temmuz 1925’te Şehremini Operatör Emin Bey tarafından işletmeye açılır. 1929’da 95 bin 120 liralık maliyetle 25 ton buz yapabilen bir ek tesis ile 186 bin 267 lira maliyetle 50 ton buz üreten bir tesis daha yapılır. Pay yeri inşaatına ise 1924’te başlanıp 1929’da bitirilir. Et satış salonu ve idare binası da 191 bin lira maliyetle 1931 yılında tamamlanır.

Ayrıca bağırsak temizleyip işleyen bağırsak ünitesinin yapımı, 1924 yılında “yap-işlet-devret” modeliyle 10 seneliğine Rus mültecisi Ferdman isimli bir müteahhite; paçahane yapımı da 1926 yılında aynı biçimde bir başka müteahhide verilir.

KESİMHANE ENTEGRE TESİSE DÖNÜŞTÜ

Bütün bu tesisler bittiğinde günümüzde Sütlüce Mezbahası olarak bildiğimiz yer, pay yeri dahil 20 bin metrekaresi kapalı, 31 bin metrekaresi açık olmak üzere toplam 51 bin metrekare alanda, 300-350 büyük, 3-4 bin küçük baş hayvanı soğuk hava muhafaza kapasiteli, günde 100-125 ton buz üretebilen, 80 ton ilk et, aynı miktarda da et muhafaza depoları, 1200 sandık yumurta muhafaza deposu, çeşitli gıda maddeleri için 4 büyük depoyu barındıran bir tesis durumuna gelir.

Et nakliyatı ise 1940’a kadar müteahhit firmalar tarafından yapılırken o tarihten itibaren kurumun kendi ürettiği kamyonlar ile yapılmaya başlanır.

66 YIL HİZMET VERDİ

Başlangıçta bir müdür, bir başveteriner, bir laboratuvar şefi ve 12 veteriner hekim ile görev yapan Mezbahane, 1928’de “Karaağaç Müessesatı Meclisi İdaresi” adı ile bağımsızlaştırılır; Genel Sekreterliğine de Nihat Imsık getirilir. Bu idare biçimi beğenilmediği için 1932’de “Karaağaç Müesseseleri Müdürlüğü” ismiyle ve belirgin bir bütçe ile Belediye İdaresi’ne bağlanır. Nihat Imsık bu defa müessese müdürü yapılır. 1955’te İstanbul Belediyesi’ne bağlı fakat İl Genel Meclisi bütçesine katma bir bütçe ile idare edilmekte, 1000 personeli bulunmakta ve 52 bin metrekare bir alanda faaliyet göstermektedir.

1985’lere kadar şehrin en büyük et kesim yeri olan Sütlüce Mezbahanesi, Haliç’i kirleten önemli noktalardan biri olarak devam ettiği faaliyetini o tarihten itibaren sadece et dağıtım merkezi olarak sürdürür.

MEZBAHANEDEN KONGRE MERKEZİ’NE

Sütlüce Mezbahanesi’nın olduğu alan Bedrettin Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde (1984-1989) Haliç projeleri kapsamında kültür merkezine dönüştürülmesi kararlaştırılır. Bu amaçla üç ayrı proje hazırlatılır fakat bunların hiç biri hayata geçmez. 1989-1994 döneminde ise bu konuda kayda değer bir ilerleme gösterilemez. 1994 sonrası ele alınan Haliç projelerinden biri olarak Sütlüce Mezbahanesi’nin kültür merkezine dönüştürülmesine başlanır. Bir taraftan Haliç’in temizlenmesi ve rehabilitasyonu projeleri uygulamaya geçerken bir taraftan da Kültür Merkezi inşaatı devam eder. Kağıthane ve Halıcıoğlu istikametine bir araç altgeçidi inşa edilir. Sonrasında yine atıl duruma düşen ve beklemeye alınan çalışma, birkaç yıl gecikme ile tamamlanır.

MEZBAHANEDEN KALAN MİRAS

İki binli yıllara gelindiğinde mezbahane olarak hizmet veren yapı grubu, yeni eklemeler ve düzenlemelerle kültür merkezi olarak işletilmek üzere Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’nın uhdesine verilir. Fakat inşai düzenlemelerin sanatsal etkinliklerin uygulanmasına yeterli düzeyde cevap veremediği ortaya çıkınca, bu teknik eksikler nedeniyle bu defa kullanımda atalete düşülür. Merkez, işletmeye verilmek üzere ihale edilir. Katılımcı firmalar, tesisin “kültür merkezi” olarak işletilemeyeceğini fark edince ihale süreçlerinde çeşitli sıkıntılar yaşanır. Çünkü dev salonlar sadece toplantı ve sınırlı bazı etkinliklerin yapılabilmesine olanak vermektedir. Bir iki denemede başarısızlığa uğrayan yönetim, tesisin adını değiştirerek kongre turizmine yönelir. Günümüzde Haliç Kongre Merkezi ismiyle ve sadece kalabalık toplantılar için kullanılabilen bir tesise dönüşmüş olan eski Sütlüce Mezbahanesi, yukarıda da vurguladığımız gibi geriye sadece uykulukçuları miras bırakmıştır.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

- İstanbul Belediyesi Karaağaç Kurumları Yıllığı, İstanbul Belediye Matbaası, 1955. (Hüseyin Irmak Koleksiyonu)

- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 5. cilt, Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1994.

- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 7. cilt, Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1994.

 

KUTU:

SÜTLÜCE ADI NEREDEN GELİYOR?

İstanbul Haliç’inin kıyısında bulunan ve eski bir Rum köyü olan Sütlüce, adını burada bulunan bir mağarada akan sudan alır. Bu kaynak suyunun, kadınların sütünü çoğaltmaya ve sütten kesik kadınların sütünün gelmesine yaradığına inanılmaktadır. Suyun bu özelliğine atfen kaynağa bir kadın heykeli yapılmıştır. Kaynaktan gelen su, kadının göğüslerinden akmaktadır. Bu su, Osmanlı döneminde de aynı şekilde kullanılır fakat artık bir görevlisi vardır. Buradan su almaya gelenler kadın heykelinin olduğu bölüme girememekte, yanlarında getirdikleri kapları sadece görevli doldurup kendilerine vermektedir. Semte adını veren bu mağara suyu ile göğüslerinden beyaz köpüklü su akan kadın heykelinin ne zaman ortadan kaldırıldığı ve akıbetini pek bilemiyoruz fakat Sütlüce 20. yüzyıl başından itibaren bir başka özelliği ile daha tanınacaktır. O da mezbahanesidir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106