Öne Çıkanlar Ece Kamar ömer nart Global Sanayici GİRAY DUDA Uğurteks

Prof. Dr. İlhan Avcı : HES’ler için acil ve çok yönlü kampanyalar yürütmeli

GİRAY DUDA

Hidroelektrik santralları, kısa adıyla HES’ler, Türkiye’nin enerji üretiminde önemli bir yer tutuyor. Ülkenin doğal kaynaklarına dayalı, sürdürülebilir enerji sağlayan ve yeşil enerji üreten HES’ler özellikle Karadeniz Bölgesi’ndeki halkta büyük tepki yaratmış durumda. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Hidrolik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Avcı ile HES’lerin önemini, toplumsal tepkinin nedenlerini ve neler yapılması gerektiğini konuştuk. Önceki sayılarında şeyl gaz, güneş, rüzgar ve enerji tarımını ele alıp işleyen Global Sanayici’nin bu sayısında hidroelektrik santrallarını ele aldık. Bu konuyu alanının uzman ismi Prof. Dr. İlhan Avcı’yla konuştuk.

- Eskiden büyük barajları devlet yapıyordu. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in unvanı da ‘Barajlar Kralı’ydı. Herhalde, bu unvan kendisiyle sürekli kalacak ve öyle anılacak.

- Evet. O zamanlar enerji, elektrik yoktu. Tek elektrik kaynağımız suya bağlı hidroelektrik barajlardı. İller Bankası, belediyelere çayların üzerinde küçük santrallar yapardı. Akşamları lambalar sapsarı biçimde buradan sağlanan elektrikle yanardı. Dolayısıyla su kaynaklarıyla yapılan sulama, enerji, drenaj gibi neler yapılmışsa bu ülkede hepsi önemli birer kıymettir. Süleyman Demirel de bu nedenle yaptıklarından ötürü Barajlar Kralı olmayı hakketmiştir.

BARAJLAR ÇOK FONKSİYONLUDUR



- O dev barajların hepsini devlet yapıyordu. Son verilere göz attım. Devletin payı şu anda yüzde 50’nin altına inmiş. Bugünün HES’leri ile o günün barajları arasında nasıl bir fark var?

- Şu iki nüansı birbirinden ayırmak gerekir. Baraj dediğimiz olay depolamalı bir akü gibidir. İhtiyaçtan fazla geldiği zaman kaynak depolarsınız. Var olan sürekli gelen kaynak yetersiz kalırsa da stoktan kullanmak suretiyle talebi karşılarsınız. Arz güvenliğini sağlamış olursunuz. Bu çok önemli. Bir ülkedeki elektrik tüketimi günün değişik saatlerinde farklılık gösterir. En yoğun olduğu saat de akşam saat 18.00’den gece 24.00’e kadar olan süredir. Sokak lambaları yanar, çamaşır makinesi, televizyon vs. çalışır. Türkiye’de zaman zaman bu saatlerde elektrik karşılanamadığı için elektrik kısıntısına gidilmiştir. İşte bu aşamadaki açığınızı karşılayacak olan bir yedek stokunuz varsa onları hemen devreye sokabilirsiniz. Barajların böyle bir özelliği var.

SUYU STOKLAMAK ÇOK ÖNEMLİ

Akarsuların rejimi düzensizdir. Kurak ya da sulak dönemler, suyun az ya da çok geldiği dönemler vardır. Yapacağınız proje belli bir su miktarına endekslidir. Onun üstünde su gelirse o suyu kullanamazsınız. Akar gider. Taşkının vermiş olduğu zararlar bir yana o sudan yararlanamazsınız. O zaman fazla gelen suyu stoklamak, az geldiği zaman da stoktan kullanmak gereklidir. Barajların böyle önemli bir rolü var. İkincisi, ülkedeki talep bazen değişkendir. Üretim kaynakları her zaman talebi karşılamayabilir. Kömür, doğalgaz gibi sistemler zordur. Dönem dönem arızalı da olabilirler. Bu durumda açığı kapatmanın tek çaresi yedek güçtür. Bir termik santralı tekrar devreye almak suretiyle eksiği tamamlamaya giderseniz saatler alır. Önce kazan çalışacak, su ısınacak, devreye girecek ve açık kapanacak.

Buna karşılık hidroelektrik santrallarda dakikalık bir iştir bu. Düğmeye dokunursunuz ve birkaç dakika içerisinde enerji elde edersiniz. Dolayısıyla bir ülkede elektrik arz güvenliği, özellikle pik saatlerde veya ekstrem bir arıza durumunda açığı kapatmak noktasında önemli bir potansiyel değerdir. Barajlar enerji amaçlı olabilir, sulama amaçlı olabilir, içme suyu kullanma amaçlı olabilir veya taşkın koruma amaçlı olabilir. Bunların aynı zamanda böyle fonksiyonları da vardır.

BÜYÜK BARAJLARIN DERDİ DE BÜYÜK

Ancak barajlar çok büyük bir araziyi su altında bırakır. Tarım alanları, ekolojik alanlar, yerleşim alanları, tarihsel bölgeler su altında kalır. Zorunlu göçlere neden olur. Çok önemli çevre etkileri yaratırlar. Büyük yapılar olduğu için büyük finansman isterler ve yapım süreleri de uzundur. Ama buna rağmen işletme maliyetleri çok küçük ve sağladıkları enerji de çok kıymetlidir. Talebin az olduğu sırada ürettiğiniz elektriğin kilovatsaati mesela 15-20 kuruş ise talebin çok olduğu veya karşılanamadığı dönemlerde üretilen enerjinin kilovatsaati 180-200 kuruştur. Hele hele ülkedeki üretimi sağlayan sanayinin kesintisiz çalışması için düzenli elektrik üretimi çok önemlidir.



YEŞİL ENERJİ ÜRETİM TESİSLERİ

Yalnız, özellikle bu çevre etkileri dolayısıyla büyük arazi parçalarının su altında kalması, ekolojik alanların su altında kalması ve zorunlu göçler gibi sosyal olaylar nedeniyle Dünya Bankası büyük barajlara kredi açmayı bıraktı. O zaman da doğal akışlı hidroelektrik santrallara yönelim oldu. Depolama yapmadan, nehir tipi santralların dönemi başladı. Onlar başından beri en masum, en ekonomik üretim yerleridir. Akarsu üzerinde yapılan bir küçük bentten ibarettir. Suyu çevirirsiniz. Küçük bir çökeltme havuzu vardır kumu, çakılı temizlemek için. Bu suyu bir borudan değirmen çarkı gibi düşürürsünüz. HES’in hepsi budur. Bunlar gerçek anlamda bir yeşil enerji üretim tesisleridir.

SADECE DEVLETİN GÜCÜ YETMİYOR

- Büyük baraj üretimi bütün dünyada durdu mu?

- Gelişmiş ülkelerde değerlenecek su kaynakları da kalmadı. Bütün kaynakları bitirdiler. Var olan hidroelektrik potansiyelin tamamını bir şekilde kullandılar. Kuzey ya da Orta Avrupa ülkeleri, hidroelektrik potansiyel bırakmadılar. Şimdi teknoloji gelişti, maliyetler azaldı. O zamanlar rantabl olmayan projeler bugün rantabl hale geldi ve şimdi onları yapıyorlar.

Türkiye’nin ise daha önünde alacağı uzun bir yol var. Türkiye uzun süre büyük barajları yaptı. Fakat 1984’lü yıllara gelindiği zaman planlanmış ve öngörülmüş elektrik potansiyelinin, ancak yüzde 20-25’i elde edilebilmiştir. Devletin finans gücüyle bu projelerin hiçbir zaman hayata geçmesi mümkün değildi.

YENİ POLİTİKALARLA ÖZEL SEKTÖRÜN ÖNÜ AÇILDI

Turgut Özal döneminde yeni politikalar oluştu. Yeni yatırım alanları özel sektöre yönlendirildi. Özel sektör finansmanını harekete geçirmek suretiyle kamu adına özel sektör tarafından yapılması biçiminde bir politika geliştirildi. Dolayısıyla yap-işlet-devret, yap-işlet veya otoprodüktör dediğimiz sistemlerle özel sektörün önü açıldı.

Yasa ve yönetmeliklerde boşluklar olduğu için o zamanlarda tahsis edilen suyun garantisi yoktu. Özel sektör tereddütle yola çıktı, yarın benim elimden suyu alırsanız ne yaparım diye. İkincisi benim maliyetimin ne olacağı belli değil satış garantisi isterim, dedi. Bir de maliyet artı kar istedi ve yola öyle çıkıldı. Kamunun elinde planlanması hazır ama yatırıma dönüşmemiş projeler için gelip teklif verdiler. Çoğu müteahhit, inşaatçı firmalar bunları aldılar ve fiyatları sürekli şişirdiler. Onun üstüne bir de kar marjı koyarak devlete satmaya başladılar.

Sonra bu uygulama Danıştay tarafından iptal edildi. Yatırımcıların yönlendirmesiyle yasalar defalarca değiştirildi ve 2000’li yıllara kadar gelindi. Özel sektör yeterince güvence görmediği için bu yönlü yatırımlar çok fazla yapılmadı.



FİZİBİLİTE RAPORU OLMADAN ‘EVET’ DENDİ

- Ciddi yatırımcılar uzak durdu yani?

- Evet. Bundan sonra şöyle bir noktaya gelindi. Özel sektör Türkiye’yi gezsin, kendisi proje geliştirsin, kendisi teklif versin, denildi. O dönemde Türkiye’nin Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE), Devlet Su İşleri (DSİ) gibi dev ve köklü kuruluşlarının çalışmalarına rağmen toplam  potansiyelin yüzde 30’una ulaşılmamıştı. Devletin asli görevi yatırımları planlamaktır. Özel sektör başlangıçta devletin elinde ne kadar proje varsa raftan indirdi ve onlara teklif verdi. Arkasından herkes dolaştı ve kuru dereler üstünde projeler geliştirildi. Ben suyu şuradan alıp şuraya götüreceğim, santralı şuraya kuracağım ve şu kadar elektrik üreteceğim diye 10’ar sayfalık metinlerle teklifler verdi. Fizibilite raporu da yoktu ama DSİ bunlara tamam dedi. Deyim yerindeyse, bu yerler, yatırımcı olmayan bazı kıvrak kuruluşlar tarafından kapatıldı.

TEKLİFİ VEREN PROJEYİ ALDI

İlk yıllarda uzun süre bir yarışma, ihale de yoktu. Teklif verirsiniz ve ondan sonra otomatik olarak sizin adınıza işlenmiş oluyordu. Bir başkası artık ona sahip çıkamıyordu. Daha sonra ister özel sektör teklif vermiş olsun, ister kamunun portföyünden olsun bunlar hemen vitrine çıkarılmaya başlandı. Bu tekliflerde, kamunun ödeyeceği kamu katkı payı yükseltilmeye çalışıldı. O zamana kadar Türkiye’deki bütün kaynakların çoğu münferit kişiler tarafından kapatılmıştı. Bir an önce ulusal kaynağın sürdürülebilir enerji politikaları kapsamında yaşama geçirilmesi gerekiyordu. Kömür ve doğalgaz dışarıdan geliyor.  Şimdi bile doğalgazın payı Türkiye’nin enerji üretiminde yüzde 45 oranındadır. Doğalgaz santrallarında randıman yüzde 48-50’dir. 100 birimlik enerji harcarsınız ve 48 birimlik enerji elde edersiniz.

PROJELER YATIRIMA DÖNÜŞMEDİ

Özel sektörün finans kaynakları veya varsa uluslararası kaynaklar harekete geçirilerek projelere girişildi. Fakat yönetim eksikliği, yasal düzenlemelerdeki eksiklik nedeniyle sistem zorlandı. Dolayısıyla asıl yatırımcının değil bunu rant aracı olarak kullanan grupların eline düştü. Türkiye’deki projelerin yüzde 60’ı bu şekilde duruyor ve yatırıma da dönüşmüyor.



- Şu anda da duruyor mu?

- Hala duruyor. Geçenlerde Enerji Bakanı Taner Yıldız, tabii çok baskı var haklı, ‘nehir tipi hidroelektrik santralı projelerini yeni baştan masaya yatıracağız ve elimine edeceğiz, ayıklayacağız’ dedi. Bu işin birinci yanı.

İkincisi, projeyi alan firma, sembolik bir tesis yapıyor. Projeler maalesef gerek inşaat maliyetleri gerekse yatırım maliyetleri açısından fevkalade kötü. İşletme güvenliği açısından da yetersiz. Bu konuda birikimli firma sayısı maalesef az. Suyla ilgili projelere uzun süre soğuk bakılınca tecrübeli, birikimli kadrolar eridi gitti. Pafta okumayı bilmeyenler proje yapmaya girişti.

Bu yapılanlar devlet adına yapılıyor. Kamu, su kaynağını size tahsis edecek, alanları bedelini ödemek suretiyle kamulaştıracak, 49 yıl sonra yatırımcı şapkasını alıp gidecek. Dolayısıyla kamu kendi malının nasıl yapılıp yapılmadığını, ÇED sürecine uyulup uyulmadığını izleyemedi. Dolayısıyla hızla yapılan projelerde, su kaynakları üzerinde, doğal çevrede kontrolsüz faaliyetler yapılınca toplumsal tepki başladı.

KARADENİZ İNSANI ÇOK TEPKİLİ

- Bu tepkiler yaygın olarak bütün Türkiye’de mi var yoksa çoğunlukla Karadeniz bölgesinde mi?

- Daha çok Karadeniz bölgesinde ve nedeni de şu. Karadeniz insanı çok tepkilidir, çok duyarlıdır ve çok fevridir. En son çekeceği silahı baştan çeker. Bir de Karadeniz bölgesinde doğal yapı, çevre çok hassas. Su, doğa, orman ve vadi bir bütün. Bu kaynaklardan birisini kontrolsüz biçimde sistemin dışına çıkarırsanız Karadeniz kaybeder. Alan çok sınırlı. Hafriyatın döküleceği çok fazla yer yok. Bütün bunlar çok ciddi baskı oluşturdu. Böyle olunca tepkiler oradan başladı ve Türkiye geneline yayıldı.

TEK VADİYE 9 HİDROELEKTRİK PROJESİ

- Aynı bölgeye arka arkaya HES yapılması büyük sorun yarattı.

- Ben bir örnek vereyim size. Camili vadisi vardır, Borçka’nın Gürcistan sınırında. UNESCO nezdinde biyosfer koruma alanıdır. 6 tane köy var ve 25 kilometrekarelik kapalı bir alan olarak düşünün. Orada sular Gürcistan’da Batum’a dökülür. Kafkas arıcılığının ve endemik türlerin olduğu bir bölge. Burada şu anda 9 tane hidroelektrik projesi var. Burayı görüp beğenen teklif vermiş ve her teklif kabul edilmiş. Hepsine evet denmiş. Bu santralın her bir ünitesi için arazi ister, yapım için yol ister, hafriyatları koyacağınız yer ister. Ürettiğiniz elektriği, Borçka’ya 40 kilometre ileriye teslim etmeniz için ormanın içine elektrik hattı kuracaksınız. Her bir proje birbirinden farklı olduğu için bir entegrasyon da yok. Bu kadar proje hem burada kurulacak hem de dünya mirasını koruyacaksınız. Gördüğünüz gibi sistemin dışına çıkan bir kontrol zafiyeti var. Yani koruma-kullanma dengesi, sürdürülebilirlik kavramı maalesef yok.



SU KAYNAK DEĞİL DOĞAL VARLIKTIR

Biz sulara kaynak demeyiz. Çünkü kaynak, kullanılabilir ve tüketilebilir demektir. Bizim için bunlar doğal varlıktır. Çok önemlidir. Burada insanın, çiçeğin, böceğin, doğanın, herkesin beklentisi var. Tahsislerde, dünyada ve yeni taslakta da böyledir. birinci öncelik içme suyudur. İkincisi ekolojik su hakkıdır. Flora faunanın ihtiyacı olan suyu güvence altına alacaksınız. Üçüncüsü sulama suyudur. Gıda güvenliğini sağlamak için yeterli sulama yapmak zorundasınız. Dördüncüsü, sanayinin ihtiyaç duyduğu sudur. Üretip zenginleşmeniz için sanayi suyu çok önemlidir. Beşincisi, eğer bunlardan sonra yine suyunuz varsa bunu da enerji için kullanırsınız. Bunun için var olan kaynaklarla ilgili yakın, orta ve uzun vadeli planlama yapacaksınız.

BEHEMEAL ENERJİYE YÖNELECEKSİNİZ

Uzun vadeli olarak planınızda, diğerlerini karşıladıktan sonra suyunuz varsa behemehal enerjiye ayıracaksınız. Dışa bağımlı olmayan, bu ülkenin doğal kaynağından enerji elde edeceksiniz. Emisyon yaratmadan tertemiz enerji üreteceksiniz. Bu hiç tartışılmaz. Ama diğerlerini hesaba katmadan hidroelektrik enerji üretimini işin başına koyarsanız orada da yanlış var demektir. Bu planlama maalesef yapılamadı. Havza genelinde entegre planlamalar gerekiyor.

Bugün birbirinden tamamen kopuk, habersiz, hatta ardışık iki elektrik santralının planlaması bile sorunlu. Çevresel Etki Değerleme (ÇED) raporu hazırlanırken tekil olarak bakılır projelere. Halbuki toplam çevresel etki göz önüne alınmalı. Böyle bir yola da gidilmedi.

- ÇED raporları nereden alınıyor?

- 1993 yılında Çevre Bakanlığı kurulduktan sonra buradan alınmaya başlandı. İlk ÇED Yönetmeliği Avrupa Birliği’nden tercüme edilerek yayınlandı. Bir süre sonra bizi sıktı bu yönetmelik. Hem yatırımcıya hem de devlete zor geldi. Çünkü devlet yatırımları için de ÇED raporu gereklidir. Sürekli yönetmelik değişti ve gevşetildi. Son olarak 50 Megavatlık projelerde ÇED Raporu, 10 ile 50 megavatlık projelerde ise ön ÇED raporu denilen basit raporların alınması kararlaştırıldı. 50 megavat çok büyüktür ve 30-40 megavatlık tesislerin bunlardan farkı yoktur. Dolayısıyla Türkiye’de yapılan birçok proje ÇED raporundan da yoksundur. Her projenin ekonomik, teknolojik, finansal, çevresel ve toplumsal olarak yapılabilir olması gerekir. Bütün bu sorgulama sürecinden geçmiş olması lazım. Pek çok projede çevresel yapılabilirlik olmalı.

ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ

Şimdi büyük toplumsal baskılar sonucunda bu limitler 10 megawatlara kadar aşağıya çekildi. Hatta eğer özel bir bölge ise 1 megawatlık proje de olsa Bakanlık orası için ÇED raporu isteyebilir. Şu anda öyle ama atı alan Üsküdar’ı geçti. ÇED’den yoksun olan projelerde halka hiç bilgi verilmedi. Ne zaman projelere girişildi ve iş makineleri çalışmaya başladı o zaman vatandaş haberdar oldu. Bunun da getirdiği büyük bir tepki var. Bu nedenle ortaya çıkan, hem kamuya hem de yatırımcıya olan güvensizliği silmek maalesef çok zor. Çok güzel hazırlanmış projelere dahi bugün tepki var. Ya hep ya hiç noktasına gelindi. O da çok yanlış. Değerlendirilecek, eleştirilecek bir şey varsa önce onu iyi öğrenmek lazım. Okuyup öğreneceğiz, güzelse alkışlayacağız, yatırımcıyı motive edeceğiz. Eksik varsa eksiği uygun olan bir dille muhatabına aktaracağız. Yine de bir şey değişmiyorsa işte o zaman ona karşı duracağız. Maalesef bugün gelinen noktada, her yeni girişime daha en baştan, projeyi tanımadan bilmeden karşı çıkılıyor.

Uygulama sırasında ÇED raporunda taahhütler vardır. Kamyon trafiğinde sürekli branda örtülmesi gerekiyor. Yollarda toz kaldırılmayacak. Her türlü taahhüt vardır burada. Vatandaş bu taahhütlere güvenmiyor. Devlet bunlarla başa çıkamaz, göz yumar diyor. Bugün orada bir zafiyet var.



YETKİ VE SORUMLULUK KARGAŞASI VAR

- Burada sanki ne yapılması gerektiği ortaya çıkıyor. İzni veren Devlet Su işleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, koordineli, şeffaf, incelenebilir bir yönetim tarzı kurulması buraya çözüm getirmez mi?

- Kesinlikle getirir. Fakat kamu kuruluşları arasında yetki ve sorumluluk kargaşası var. İyi tarafına gelince kamu kurumları yetki almak istiyor ama sorumluluğa gelince hepsi kaçıyor. Bakanlıklar arasında, genel müdürlükler arasında ve hatta genel müdürlüğün daire başkanlıkları arasında bile uyum yok. Böyle olunca, deyim yerindeyse ‘ölü musalla taşında kaldı’. Hala, bir hidroelektrik santralınde Enerji Bakanlığı hangi projeleri onaylar, DSİ hangi projeleri onaylar bunun kavgası veriliyor. DSİ bir zamanlar Enerji Bakanlığı bünyesindeydi ve sorun yoktu. Şimdi başka bir bakanlığa bağlandı ve sorun ortaya çıktı. İnanılmaz bir yetki kargaşası var.

HES’LER 2 BİNİ AŞTI

- HES’lerin Türkiye dağılımına baktığımızda sadece Karadeniz Bölgesi’nde değil her bölgede kurulmuş olduğunu görüyoruz. Çok fazla sayıda HES başvurusu ve alınmış lisans var değil mi?

- Evet, sayıları 2 bini aştı. Türkiye’nin hemen her yerinde HES’ler kuruluyor. Karadeniz Bölgesi’nde küçük alanlara çok sayıda kurulduğu için bir yoğunluk ortaya çıkıyor. Fırat, Dicle, Yeşilırmak, Kızılırmak, Göksu gibi hemen her nehir üstünde HES projeleri var. Yalnız bölgenin ekolojik özelliği ve arazi profili itibariyle Karadeniz daha farklı olduğu için orada sorunlar yaşıyor. İnsanların da bölgelere göre duyarlılığı farklı oluyor. Yeterince zaman geçti aslında. Toplumda bu konuların ayrıntılı tartışılması, konuşulması ve tutarlı, geçerli politikalar üretilmesi gerekirdi. Maalesef hala çok fazla değişen bir şey yok.

- Bir an önce buna girişilmesi gerekiyor. Sonuçta bu ülkenin HES’lere çok ihtiyacı var değil mi?

- Tartışmasız öyle. Türkiye sürekli kalkınıyor ve enerji talebi yılda yüzde 7-8 artıyor. Dolayısıyla enerji arz güvenliğini çeşitlendirmezseniz bir doğalgaz kesintisi bir anda her şeyi bitirir. Kıyılarda çok fazla termik santral yatırımları var. Bunlar ithal kömüre dayalı.

AB YEŞİL ENERJİYİ DESTEKLİYOR

- Yerli kömüre dönük teşvikler de var.

- Yerli kömür var ama çok sınırlı. Teşvik de görüyor. Kalori değeri düşük olduğu için çevre etkileri çok büyük. Dolayısıyla kolay değil. Kıyılarda ithal kömüre dayalı termik santrallar çok verimli çalışıyor. Hatay’dan başlıyor ve kıyıdan Hopa’ya kadar her yerde termik santral projesi var. Bundan çıkan baca gazlarının zararı çok fazla. Eskiden olduğu kadar kirli olmasa da çok sayıda olunca atmosfere büyük zarar veriyorlar. Sonuçta en temiz enerji hidroelektrik santrallarından elde edilen enerji.

Ayrıca Avrupa Birliği’nin bir hedefi var. Her ülke, ürettiği enerjinin belli bir miktarını Green Enerji (yeşil enerji) olarak üretecek. Zamanla bu yeşil enerji oranını sürekli artıracak. AB, ayrıca, yeşil enerji olarak ürettiğin enerjiyi öncelikle ben alacağım, diyor. Devlet, yatırımcıya, yeşil enerjini şu garanti fiyatıyla ben öncelikle alacağım diyor. Benim aldığım fiyatın üstünde alacak kimseyi bulursan öncelikli olarak ona satabilirsin, diyor. Enerji dağıtım firmalarına, yeşil enerjiden üretilmiş elektriği öncelikle alıp dağıtacaksın, diyor. Yeşil enerjiye bu boyutta destek var.

AVRUPA KARBON FONU DESTEKLİYOR

Bir de karbon emisyon piyasası var. Kirletmeden ürettiğiniz enerji için Avrupa Karbon Fonlarından bedel alıyorsunuz. Hidroelektrik santralında lisan aldığınız ve yatırıma başladığınız anda buradan para almaya devam ediyorsunuz. Atmosferi kirletmeden üretim yaptığınız için ona ek olarak verilen bir prim var. Hidroelektrik santrallardan elde edilen enerji bu kadar cazip bir kaynaktır ve bu ülkenin kaynağıdır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner112

banner111

banner110

banner109

banner108

banner106